30 Ağustos 2013 Cuma

BUGÜN / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Ağustos 2013


BUGÜN

Şöyle anlatmıştı 30 Ağustos’a gün be gün nasıl gelindiğini Söylev’inde:
“2O/21 Ağustos 1922 gecesi 1'inci ve 2'nci Ordu Komutanlarını da Cephe Karargâhına çağırdım.
Genelkurmay Başkanı ile Cephe Komutanını da yanımda bulundurarak, taarruzun nasıl yapılacağını harita üzerinde kısa bir savaş oyunu şeklinde açıkladıktan sonra, Cephe Komutanı'na o gün vermiş olduğum emri tekrarladım.
Komutanlar harekete geçtiler. Taarruzumuz, strateji ve aynı zamanda bir taktik baskın halinde yürütülecekti. Bunun gerçekleştirilebilmesi için de kuvvetlerin yığınak ve hazırlıklarının gizli kalmasına önem vermek gerekiyordu.
Bu sebeple bütün yürüyüşler gece yapılacak, birlikler gündüzleri köylerde ve ağaçlıklar altında dinleneceklerdi.
Taarruz bölgesinde, yolların düzeltilmesi v.b. çalışmalarla düşmanın dikkatini çekmemek için diğer bazı bölgelerde benzeri yanıltıcı hareketlerde bulunulacaktı.”

* * *

“24 Ağustos 1922'de karargâhımızı Akşehir’den, taarruz cephesi gerisindeki Şuhut kasabasına getirttik. 25 Ağustos 1922 sabahı da Şuhut’tan savaşı idare ettiğimiz Kocatepe'nin güneybatısındaki çadırlı ordugâha naklettik.
26 Ağustos sabahı Kocatepe'de hazır bulunuyorduk. Sabah saat 5.30'da topçu atehimizle taarruz başladı.”

* * *

“Efendiler, 26/27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde, düşmanın Karahisar’ın güneyinde 50 ve doğusunda 20, 30 kilometre uzunluğundaki müstahkem cephelerini düşürdük.
Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini, 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar yöresinde kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonunda düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve esir aldık.
Düşman ordusunun Başkomutanlığını yapan General Trikopis de esirler arasına girdi. Demek ki, tasarladığımız kesin sonuç, beş günde alınmış oldu.”

* * *

30 Ağustos hakkında herkes istediğini söyleyebilir.
Ama bence…
En güzelini yine Mustafa Kemal Atatürk söylemiştir:
“Saygıdeğer Efendiler, Afyonkarahisar - Dumlupınar Meydan muharebesini ve ondan sonra düşman ordusunu tamamıyla yok eden veya esir eden ve kılıç artıklarını Akdeniz'e, Marmara'ya döken harekâtımızı açıklayıcı ve vasıflandırıcı söz söylemeyi gereksiz sayarım.
Her safhasıyla düşünülmüş, hazırlanmış, idare edilmiş ve zaferle sonuçlandırılmış olan bu harekât Türk ordusunun, Türk subay ve komuta heybetinin yüksek kudret ve kahramanlığını tarihe bir kere daha geçiren muazzam bir eserdir.
Bu eser, Türk milletinin hürriyet ve istiklâl düşüncesinin ölümsüz bir abidesidir. Bu eseri yaratan bir milletin evlâdı, bir ordunun başkomutanı olduğumdan, mutluluk ve bahtiyarlığım sonsuzdur.”
Ezcümle ve gerçekten “kutsal bir savaşın” neden ve nasıl verilmesi gerektiğini anlayabiline…
30 Ağustos kutlu olsun.


Dedim ki…

TV'lerde kerameti kendinden menkul saçma sapan insanları izleyip sinir olanlara, sinir oluyorum.
İzleme kardeşim.
Mecbur musun?

* * *

İhsan Dağı’nın “AB'ye gireceğiz demişlerdi, (Ortadoğu'da) savaşa giriyoruz galiba!” demesine karşılık:
- Çok şükür başımızı sokacak bir yer bulduk!!!

* * *

Soğuk esprilerin sıcak tabakla servis edilmesi, onları yenilir yutulur yapmıyor.

* * *

Fazıl Say’ın “Mustafa Sarıgül’un İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, kanımca barışçıl ve iyi sonuç verir” demesine karşılık:
- Sarıgül hep fazla plastik gelmiştir bana. Ama millet plastik seviyorsa, neden olmasın?

* * *

Savaş muhabbetinin öteki olayları gündemden düşüreceğine inananlar çok yanılıyor.
Tetik çekildi mi bir kere, her yanlış birbirini tetikler!


Var mı ötesi?



29 Ağustos 2013 Perşembe

Kapı açık, önden buyurun! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 29 Ağustos 2013


Kapı açık, önden buyurun!

Kapıdaki savaş hakkında yazmıştım bugün. Doğru bilgilere ulaşmak için de epey uğraşmıştım.
Sonra sildim attım.
Çünkü sular bu kadar ısınmışken, Esad'ın kimyasal silah kullanacak kadar aptal bir diktatör olduğuna inanmıyorum.
Kuvvetle muhtemel, onun da kafasına çuval niyetine bu olayı geçirdiler!
Ayrıca şunu da iyi biliyorum:
“Karar vermişse ABD…
Geri kalan bahane!”

* * *

Yani bu savaş, benim savaşım değil.
“Ne oldu, nasıl oldu” gibi sorulara yanıt aramak ise zaten işim değil.
Meraklısı çok nasıl olsa.
Baksanız ya…
Ellerinde tokmak, boyuna vuruyorlar savaş davuluna!

* * *

Beni ilgilendiren tek şey insanımız.
Bir kişinin dahi zarar görmesine razı gelmem.
Ha.
Sosyal medyada fırtına gibi esen bir talep var.
Türkiye bu işin içine sokulacaksa, o kararı verenler, onların çocukları ve onlara biat edenler gitsin cepheye.
Kim “gönüllü” ise o gitsin cehenneme!
Ötesi yok.

* * *

Ve kimse, kimseyi kandırmasın.
ABD’nin hesabı, İngiltere’nin kitabı başka olabilir. Ama bizimkiler açısından iş, daha ziyade “kan davasına” döndü.
Sayın Başbakanımız, Esad’ı öyle diline doladı ki, her çıktığı kürsüde etmediği laf, hakaret bırakmadı.
Adamı devirmek için her şeyi yaptı.
Müslüman Kardeşler, ÖSO yetmedi; yanına El Kaide’nin “kelle avcısı” El Nusra’yı koydu.
Yine nafile.
Yine nafile.
Geçen her gün, aleyhine işlemeye başladı.
İtibar yerlerde süründü.
Karizma çizik üzerine çizik aldı.
Şimdi gelinen manzaraya bakın.
Suriye’ye karşı açılan cephede saf tutabilmek için Mısır’daki olayların müsebbibi olarak ilân ettiği İsrail ile kol kola girmeye bile razı.

* * *

Yok arkadaş.
Bu oyunda benim işim de yok, yerim de yok.



Twitter’da İzmir muhabbeti


Barbaros Sansal: Eylül'de siz savaşabilirsiniz ama ben çalışıp üreteceğim. Paris, Milano, Zürich, Edremit, Hatay, Ankara, İzmir!
Hüseyin Aslan: Yepyeni Metro Hatları, Amfibi Otobüs, Tünel Otobüs ve Hava Treni "İmbat"...Biz varız yeter ki İzmir kazansın.
Sefa Doğanay: İZMİR.! Kahkaha ve Eğlenceye doymak için 2 eylül pazartesi saat 21.00 de Fuarda Buluşalım;)
Zafer Şahin: CHP'de Ankara için adı geçen Yılmaz Büyükerşen bir ara İzmir için de düşünüldü. Kendisi 70 yaşın üzerinde ve koca parti umudunu ona bağlamış!
Abdurrahman Dilipak: İzmir konakta coşkulu bir kalabalık vardı.3 günlük rabia nöbetinin son günü idi. ama izmirliler rabia nöbetini yeniden başlatacak.
Erdal Aksünger: 3 gündür İzmir'in köylerindeyim... Görünen o ki AKP iktidarında köylü kendi tarlasında çalışan "ırgata" dönmüş.


Tek karelik uyarı





28 Ağustos 2013 Çarşamba

Bir metre uzarsa burunlar / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 28 Ağustos 2013


Bir metre uzarsa burunlar

Bir mucize gerçekleşse… Allah sopasını gösterse… Hani “rüşvet, ihtilas, irtikap, zimmet, ihaleye fesat karıştırma” diye sıralanıp giden pis işleri yapanlar bir anda ve bir bakışta fark edilir hale gelse…
Örnekse “kul hakkı yiyen” bu pisliklerin burunları “bir metre uzasa” nasıl olur?
Düşünün.
Önemli bir toplantı yapılıyor.
Koca salon hıncahınç dolu.
Kimi ararsan orada.
Mucize o anda yaşanıyor.
Burunlar birer metre uzuyor.
Tam bir kaos.
Kimin burnu kimin kulağında belli değil!
Başlar sağa sola çevrildikçe, aşağı yukarı kalktıkça; burunlar birbirine çarpıyor sürekli.
Bursa’dan kılıç kalkan ekibi gelmiş sanki!

* * *

“Sayın bakanım…”
“Müdür bey dikkat…”
“Tamam müsteşarım…”
“Dikkat amirim…”
Ah…
Vah…
Eyvah!

* * *

Ya da zevattan biri basın toplantısı yapıyor o esnada.
Kameralar adamın burnunun dibine kadar girmiş.
Ve bir anda bir metre uzayınca burun, gazeteciler çevik kuvvet saldırısına uğramaktan beter oluyor!

* * *

Veya boynuna şehrin futbol takımının atkısını dolamış başka biri, çarşı pazar ziyaretinde.
Armağan olarak bir kavanoz bal veriyorlar kendisine.
Önce balı koklamak istiyor.
Kavanozu burnuna yaklaştırdığı sırada…
Hooop…
Mucize gerçekleşiyor.
Eh.
Her zaman bal tutan parmağını yalamaz ya!

* * *

Asıl cümbüş camilerde yaşanacaktır mutlaka.
Hele bir de Cuma namazıysa… Alınlar secdeye değmek üzereyken, bazılarının burnu bir metre uzarsa…
Çat.
Çat.
Çattadanak kırılır alimallah!
Oh.
Beter olsun.
Böyle bir mucizenin en iyi tarafı, “kul hakkı yiyen”  pisliklerin, alnını secdeye bile götürememeleri olacaktır inşallah!


Hodri meydan

İzmirli il başkanları arasında “benim mitingim senin mitingini” döver gibilerinden tartışma çıkmış.
Hepsi de “En kalabalık miting bizimkiydi” demekteler ki, “kim haklı, kim haksız” gerçekten hiçbir fikrim yok.
Bütün mitingleri izlemiş olsaydım dahi, göz bu, yanılır.
Çare ise belli.
Defalarca yazdım, tekrarlayayım.
Miting alanının çevresi kapatılır, yeteri sayıda giriş için turnike konur ve her gelen sayılır.
15 bin 243 kişi mi geldi, 39 bin 170 kişi mi geldi, 197 bin 131 kişi mi geldi; çıkar ortaya.
Ama bunu yapmak için “önce yürek” lazım.
En güzeli üç partinin ve hatta iddia sahibi olan varsa başka partilerin de bir centilmenlik anlaşmasıyla böyle bir uygulamayı birlikte yapmaları.
Siyaset bir bakıma yarış ise alın size yarış.
Hoş.
Sadece bir siyasi parti bile “Ben varım” derse, ötekiler de takılmak zorundadır peşine.
Ne dersiniz, kimde var o yürek?


Tek karelik pastakâr!






27 Ağustos 2013 Salı

Ararlarsa, korkmayın / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 27 Ağustos 2013


Ararlarsa, korkmayın

Telefon çalar.
“Ben Başkomiser falan filan. Siz falanca kişi misiniz?”
“Evet.”
“Filanca adreste mi oturuyorsunuz?”
“Evet.”
“TC kimlik numaranız şu mu?”
“Evet.”
“Falanca bankada hesabınız var mı?”
“Evet.”
Bu arada fonda telsiz sesi duyulur.
Kısa bir ara.
“Şimdi sizi Savcı Beye bağlıyorum.”
Yine kısa bir ara.
Başka bir ses duyulur:
“Sakın kimseye aradığımızı söylemeyin. Birazdan operasyon yapılacak. Bize acilen bankadaki hesabınızdan 100 bin TL çekip, verin. Acil operasyon için gerekli bu parayı Devlet size daha sonra ödeyecek.”
Falan, filan…

* * *

Bakmayın siz “falan filan” dediğime.
Anlattığım olay kurmaca değil.
Gerçek.
Aynen yaşandı.
Benzerleri ise sürekli yaşanıyor.
Özellikle huzur içinde emekliliğini yaşamaya çalışan çok kişi bankadan paralarını çekip, bu dolandırıcılara çoktan kaptırdı.
Sorun tanıdığınız bankalara, bankacılara.
Bakın, neler anlatacaklar.

* * *

İlle de tuzağa düşmek şart değil ayrıca.
O an yaşanan heyecan, korku, panik; bu insanların geride kalan ömürlerden kim bilir kaç yılı alıp, götürdü.
Yürekler sıkıştı.
Tansiyonlar çıktı.
İnsanlar günlerce kâbus gördü.

* * *

Ve dikkat.
Arayanlar daha önceki kontör ve benzeri soyguncular gibi kör kuyuya taş atmıyor, boşuna olta sallamıyor.
Ellerinde insanların “özel bilgileri” var.
İsim, adres, telefon, TC kimlik numarası, banka kayıtları…
Tamam.
TC kimlik numaraları artık ayağa düştü.
Kapıya bir zarf getiren “TC numaranı vermeden, vermem” diyor.
Ama iş banka hesaplarına gelince…
Orada durun işte.
Nereden almış olabilirler o bilgileri?
Bu kişiler sıradan dolandırıcı olamaz.
“Organize suç örgütlerini” olmayacak yerlerde aramasın kimse. Belli ki, bir telefon kadar yakınlar bize!
Kim bunlar?
Yüce devletimizin “herhalde” bir fikri vardır.


Dedim ki…

Bizim meydanlarımız ne Tahrir, ne de Adeviyye, Rabia veya Mansuriye olacak.
Kim ne derse desin ve ne yaparsa yapsın, bizim meydanlarımız Atatürk olacak, Cumhuriyet olacak,  Taksim olacak.

* * *

Türkiye tarihi boyunca böylesine savrulmamıştı dış politikada.
Sıfır sorundan geldiğimiz yere bakın...
Sıfır bile büyük hale geldi,  bizi bu hale düşürenlerin yanında!

* * *

Ağlama ve Keder Partisi...

* * *

Bakan Davudoğlu, “Suriye rejimi, insanlık suçlarının en büyüğünü işleyerek, bir kitle kimyasal silah saldırısı gerçekleştirdi” diyor.
Hemen sonra “Bundan kimin mesul olduğu konusu ortaya çıkarılmadan, insanlık vicdanının bunu kabul etmesi mümkün değildir” diye de ekliyor.
Sormazlar mı adama:
“Senin kafan iyi mi?”
Zaten hükmünü baştan vermişsin.
“Araştırılsın” demek, neyin nesi?



Hey… İzliyorum seni!


26 Ağustos 2013 Pazartesi

Yat limanı nereye yapılır? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Ağustos 2013


Yat limanı nereye yapılır?

Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, Recep Tayip Erdoğan’la yaptığı muhabbeti anlatıyor köşesinde:
“Başbakan tebdili kıyafet giymiş, yanına da Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ı alıp, Bodrum sahillerini denetlemiş.
'Durum çok kötü. Denize sıfır durumdalar, neredeyse denize düşecekler' dedi.
Başbakan'ın denetimine ünlü medya patronları da takılmış.
Başbakan'ın anlatımından bu işin hukuki mevzuatına iyi çalıştığı anlaşılıyordu.
'Ooo neler neler' dedi.
Şehircilik ve Çevre Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı bu işlerin denetimiyle görevlendirilmiş. Sadece Ege Denizi değil, diğer sahiller de taranacak, kaçak yapılar yıkılacak.
Bu işte çok büyük gümbürtü kopacağından emin olun. Çünkü içlerinde anlı şanlı medya patronları var.
Sahile sıfır yat limanları yapmışlar.”
Öncelikle Abdülkadir Selvi’yi son cümlesindeki tespit için kutlarım.
Yat limanı dediğin sahile sıfır yapılır mı hiç?
Yapacaksan bir dağın başına yapacaksın!

* * *

İşte bu noktada, 11 yıllık bir başbakanın nihayet aklına gelen teftişi bizim yıllardır yaptığımızı belirtmek ve son teftişte yazdıklarımı hatırlatmak isterim.
Ne de olsa memleket meselesi.
Hem Başbakana, hem Şehircilik ve Çevre Bakanı Bayraktar’a ve hem de sonradan haberlere konu olduğu üzere, “kıyılarımızın emanet edildiği” Başdanışman Yiğit Bulut’a faydam olsun isterim.
Geçen yılın Kasım ayına Bodrum’a gittiğimde, Deniz Ticaret Odası Bodrum Şubesi eski Başkanı Faruk Okuyucu demişti ki:
“Bir oteli kıyıdan uzak bir yerde ve hatta bir tepenin üzerinde yapabilirsiniz ama bir tekneyi o tepeye bağlayamazsınız.”
Abdülkadir Selvi tam tersini savunsa da (!) sahillerin betonlaşmasına dikkat çeken çok çarpıcı bir uyarıydı bu.

* * *

Arşivden “Bodrum’da rant korkusu” başlıklı o yazımı buldum.
Ah. Ah.
Anlaşılan danışmanları okutmamışlar Başbakana ki, boşuna dolaşmış 10 ay sonra oraları.
Oysa yazmışım zaten:
“TÜRSAB Bodrum Yürütme Kurulu Başkanı Sevinç Gökbel kimi güç ve iktidar sahiplerinin kafasındaki yargıyı ya da algıyı özetlerken dedi ki:
- Bodrum, Bodrumlulara bırakılmayacak kadar değerli!”
Üstelik mesele Türkiye’nin sınırlarını aşıyor.
Bodrum’un rantı küresel sermayenin de iştahını kabartıyor!”

* * *

Mesele sahiller ev yapan vatandaşlardan, Güvercinlik’teki Pina yarımadasının betonla sıvanmasından, medya patronlarından ibaret değil yani.
Dahası, iktidarın bu konuda ciddi bir mücadele vereceğine hiç inanmıyorum.
Yine yazmıştım ya…
Onların derdi, seçimle kazanamayacakları yerleri yasa zoruyla ele geçirmek!


Dedim ki…


Eskiden "orta oyunu" vardı, şimdi "ortak oyun" sahneleniyor memlekette.

* * *

Kendi evinin önünü temizlemekten aciz olanların, öteki mahalledeki pislikten şikâyet etmeye hakkı var mı?

* * *

T.C. bazılarının kafasına sığmıyor.
Mesele o.

* * *

Yaktığınız her yürekte, biraz daha yanacaksınız.

* * *

ABD'den tepki gelince Anadolu Ajansı çark etmiş.
AA çark etse kaç yazar, video kayıtlarını kim yalayıp, yutacak?




Tek karelik karavan

25 Ağustos 2013 Pazar

AKP’li işadamlarının dikkatine… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Ağustos 2013


AKP’li işadamlarının dikkatine…

Akit gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak’la birlikte birkaç panele katılmıştım yıllar önce.
Fikri, zikri hayli farklı olsa da; hali, tavrı sempati uyandırmıştı bende.
Ama geçen gün duyduklarımdan, okuduklarımdan sonra, şüpheye düştüm; “Dilipak’a bir haller mi oldu?” diye!
O da kaynak veremeyenlerin sığındıkları ifadeyle “bazı çevreler” diye başlamış söze:
“AK Parti Hükümeti’ni yıpratmak için plan yapıyorlar.”
Nasıl bir plan?
Dilipak’a göre, aynen şöyle:
“İşadamlarına kadın gönderiyorlar. Ben Müslüman olmaya geldim diyenler var. Başörtülüsü de var başı açık olanı da. Geliyorlar sonra bir süre sonra işadamlarıyla kendi ülkelerine gidiyorlar ve hamile kalıyorlar.”
Anlaşılan bu işadamları iktidara fazlasıyla yakın ki, işin ortaya çıkmasından, yaşanacak skandallardan AKP Hükümeti zarar görecek!
Hadi.
Şeytanın avukatlığını yapıp, soralım:
“Böyle bir komplo kurulamaz mı?”
Dünyada her şey mümkün. Olabilir.

* * *

Madem başladık sormaya, devam edelim.
Dilipak’ın sözünü ettiği işadamları, kapılarına gelen her kadını acaba neden içeri buyur ediyor?
Neden “Bizim böyle taraklarda bezimiz olmaz” demiyor?
Neden “Biz harama uçkur çözecek adam değiliz” deyip, kapıyı kapamıyor?
Neden “Gelen kadınlara tek istikamet olarak yatak odası” gösteriliyor?
Diyelim ki, AKP’li de olsalar her şey bir yere kadar; kadına karşı zaafları var.
Be adam, bari tedbirini al.
Neden kadını hamile bırakırsın?
Soru çok.
Ve hiç şüphem yok, bu ve benzeri daha nice soru Abdurrahman Dilipak’ın da aklına gelmiştir.
Sahi “AK Parti Hükümeti’ni yıpratma planı yapıyorlar” diye çırpınacağına, neden o işadamlarının kulağını çekmiyor üstat.
İktidarı yıpratacak türden yanlış işler yapan AKP’lilere “Bre gafiller, ne halt yiyorsunuz?” demiyor?

* * *

Durum, aynı dünyanın ters köşesinde Mehmet Bekaroğlu’nu da rahatsız etmiş zaten.
“Ne günlere kaldık, ‘büyük üstatlar, İslamcı yazarlar, toplumu aydınlatan yazarlar’ nelerle uğraşıyorlar” diye yazmış Twitter’da:
“Şu Dilipak'a bakın... Kadınların, işadamlarıyla yakınlık kurarak hamile kaldıktan sonra hükümeti yıpratmak için şantaj yaptıklarını öne sürmüş...
Zamparalığın hükümetle, hükümeti yıpratmakla ne ilişkisi var? Dilipak'ın bu işleri aklama işini üstlenmesi neyin nesi?
Hey gidi bir zamanların Dilipak'ı, şimdi bu ahlaksızlıkları temizleme görevi mi üstleniyor, yazık...”
Gerçekten…

Çok yazık.

Tek karelik umut

23 Ağustos 2013 Cuma

İki dakikada vatandaş ol! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Ağustos 2013


İki dakikada vatandaş ol!

Vatandaşlık sorumluluğu, karşımıza çıkan yanlışlardan şikâyetçi olmayı ve sonuç alıncaya kadar da takip etmeyi gerektirir.
Artık eskisi gibi değil.
Mektup yazıp, postaya vermek gibi zorluklarla boğuşmaya gerek yok.
Otur bilgisayarın başına, iki dakikada “vatandaş” ol.
Sen kullanamıyorsan bilgisayarı çocuğuna söyle, torunundan iste.
Onlar için “bir dakikalık” iş.
Bir de şikâyeti “doğru adrese” yapmak önemli elbette.
Geçen gün “tüketici hakem heyetlerine yapılan şikâyetler” ile ilgili bir haber okudum.
Bakın şimdi.
Vatandaş yazmış:
“Ankara’da evlendikten 2 yıl sonra kocamın annesi eve sürekli kalmaya geliyor. Tüketici hakem heyeti bir müdahalede bulunamaz mı?”
A be güzelim, olur mu hiç; sen bahçe makasıyla kumaş kesmeye kalkmışsın!
Aklıma gelen bir çare var gerçi.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bu gibi sorunlar için “Kaynana Şikâyet Hattı” kurabilir belki!

* * *

Bir başkası, hemen herkesin, her an her yerde karşılaşacağı türden bir şikâyet iletmiş; yine tüketici hakem heyetlerine:
“Kaldırımlar bozuk olduğundan ayakkabılarım dayanmıyor, belediyeden şikâyetçiyim.”
Ve yine, adres yanlış.
Hoş.
Özellikle büyük şehirlerde doğru adresi bulmak aslında pek kolay değil.
Bazı caddeler büyükşehir belediyelerinin, bazıları ilçe belediyelerinin sorumluluğunda kaldığından durum karışabiliyor.

* * *

Örnekse… Bozuk kaldırım İzmir’in Alsancak semtinde çıktıysa karşınıza, siz en iyisi; hem İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, hem Konak Belediyesi’ne şikâyette bulunun.
Geçin bilgisayarın karşısına, girin önce İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin internet sitesine. Sayfanın sağında “Hemşehri İletişim Merkezi” diye bir bölüm var.
İster form doldurarak, ister e-mail yollayarak veya 4444035 numaralı telefonu arayarak şikâyetinizi bildirin.
Dahası, Başkan Aziz Kocaoğlu da Twitter kullanmaya başladı.
Adresi:
@bskazizkocaoglu

* * *

Konak Belediyesi’nin benzer şikâyetler için telefonu ise 4443566 ve onun sitesindeki “İstek ve Öneri” bölümünden de form doldurmak mümkün.
Ne var ki…
Aktardığım yerlere yapılan şikâyetlerin akıbeti ne?
Orası meçhul işte.
Öyleyse… Bir şikâyet ve/veya öneri de benden:
Belediyeler hangi konularda kaç şikâyet geldiğini, kaçının çözüme ulaştırıldığını “haftalık veya aylık rapor” şeklinde yayınlansın lütfen.

Dedim ki…

Nuri Bilge, Cannes'te ödül alırken "Yalnız ve güzel ülkeme ithaf ediyorum" demişti ya...
Helal olsun ona.
Bugünleri 5 yıl öncesinden görmüş!

* * *

Abdullah Avcı Milli Takımın başına erken geldi, geç gitti.

* * *

Tarihin çöplüğü, fikirleri şiddetle yok edeceklerini sanan aptallarla dolu.

* * *

"Stadımızın adı 'Vodafone Arena' olacak" diyen, BJK Başkanı Fikret Orman…
Bir düşün...
İnönü adını yok edersen, tarih seni af eder mi?

* * *

Her bakanın yanında 30 tane koruma var.
Bunlar ne işe yarar?
Marifet saldıran kişiyi durdurmak mıdır, yumruğu attıktan sonra dövmek mi?


Tek karelik yalnızlık!

22 Ağustos 2013 Perşembe

Asla(n) Hüseyin! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 22 Ağustos 2013


Asla(n) Hüseyin!

Eh be Münir, geldin İzmir’e, bir hafta tatil yaptın; gider gitmez ortalığı karıştırdın.
Ne güzel yazıya başlamışsın oysa:
“CHP’de enflasyon var. Alenen ortaya çıkanlar… Saklananlar… Nazlananlar… Nabız yoklayanlar… Teklif bekleyenler… Belki rakam 100’ü geçer… Tabloyu okursak.. Başrolde Aziz Kocaoğlu var. Sonrasında liste uzayıp gidiyor… Hakan Tartan, Birgül Ayman Güler, Canan Arıtman, Hüseyin Aslan…”
Sonra “Hüseyin Aslan’a gelince bir durmak istiyorum” demişsin ya…
Durma işte orada, geç!

* * *

Münir Koçarslan dünya tatlısı bir adam. O da terk etti bizi. İstanbul’a gitti. TV8’in kurduğu farklıhaber8.com’un Genel Yayın Yönetmeni şimdi.
İyi de Münir, Hüseyin Aslan’ı fena halde köşeye sıkıştırdığının farkında mısın?
Demişsin ki:
“Ne yalan söyleyeyim. Bunca AK Partilinin arasında, Hüseyin Aslan’ın adını duyunca şok oldum. Kalktım. AK Parti’nin zirvelerindeki etkili ağızları yokladım. AK Parti-Hüseyin Aslan temaslarının teyidini aldım.”
Kelimeye dikkat:
“TEMAS.”
Bu kadarı yetmemiş Münir’e…
“Açtım, AK Parti’nin İzmir İl Başkanı Ömer Cihat Akay’a sordum. Yalanlamadı.”
O kelime de önemli:
“Yalanlamadı.”

* * *

Durum ilginç aslında.
Önce Aziz Kocaoğlu ismi üzerinde böyle bir fırtına koparıldı.
Şimdi de Hüseyin Aslan.
Madem öyle…
Soralım kendisine:
“Hüseyin kardeşim, AKP ile adaylık için temasın oldu mu?”
Cevap:
“Asla…”
Devam edelim:
“Bundan sonra AKP ile herhangi bir temasın olur mu?”
Cevap:
“Asla…”
Dikkatinizi çekmiştir mutlaka, cevapları hep aynı:
“Asla…”
O zaman bir “n” de benden sana:
Asla(n) Hüseyin.

* * *

AKP’liler Aziz Kocaoğlu ile Hüseyin Aslan “olmadı” diye, CHP’den bir aday bulma umudunu kesmesinler hemen.
Aramaya devam etsinler.
Bence “bir kişi” var, yapacakları teklife “evet” diyecek.
Kim mi?
Yoo.
Söylemem.
Arasınlar, bulsunlar.

Ah o yumruk!

Bekir Bozdağ yumruğu yedi, sinirleri bozuldu.
Hiç kuşku yok.
Ona atılan yumruk, savunulamaz.
Ama Bozdağ’ın ha bire olayı gündeme getirip, sözü “Bu kararı veren hakimler, savcılar yumruk yediklerinde takip edeceğim bakalım ne yapacaklar” demeye kadar vardırması da tuhaf!
Baktılar iş uzuyor, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu devreye girdi mecburen.
Yumruğu atan kişinin tahliye edilmesinin yasal zorunluluk olduğunu madde madde açıkladı.
Bekir Bozdağ aslında iyi kötü avukatlık yapmış bir kişi. Bilmesi gerekir bu işi.
Öyle ya…
Ne yapsın savcı ile hakim, Bekir Bozdağ'ın güzel hatırı için yasa hükmünü mü çiğnesin?
Haa. Çok dert olduysa size, çıkarın bir yasa, “TC vatandaşları, Bakanlar Kurulu kararıyla süresiz tutuklanabilir” deyin.
Siz de, biz de rahat edelim!




Tek karelik kamp












21 Ağustos 2013 Çarşamba

Var mı Beyrut yolcusu? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 21 Ağustos 2013


Var mı Beyrut yolcusu?

Yarın gece yarısından sonra veya şöyle diyelim, 22 Ağustos Perşembe saat 01:00’de İstanbul’dan kalkacak Türk Hava Yolları’nın TK828 sefer sayılı Boeing 737-800 uçağı; 1 saat 45 dakikalık uçuşun ardından Lübnan’ın başkenti Beyrut’un Refik Hariri Havalimanı’na inecek.
Görevli pilotlar ve uçuş ekibi konaklayacakları Ayn Mreisseh’deki Radisson Otel’in otobüsüyle saat 03.00 sıralarında alandan ayrılacaklar.
Otele ulaşmaları, bir ihtimal.
Bir diğer ihtimal ise yollarının kesilmesi.
Eli silahlı, yüzü maskeli adamlar belki iki pilotu, belki de hepsini indirecekler otobüsten.
Ellerini, ağızlarını, gözlerini bağlayacaklar.
İte kaka başka araçlara sürükleyecekler.
Kafalarına namluları dayayıp, bilemedikleri bir yere götürecekler.
Aradan bir gün geçecek, iki gün geçecek…
Üç gün geçecek, beş gün geçecek…
Bir hafta geçecek, 10 gün geçecek.
Ses yok!

* * *

THY pilotları Murat Akpınar ve yardımcısı Murat Ağca’nın durumu da aynen böyle oldu.
9 Ağustos’ta İstanbul’dan havalanarak Beyrut Refik Hariri Havalimanı’na indiler.
Uçuşun ardından konaklayacakları Ayn Mreisseh’deki Radisson Otel’e geçmek üzere saat 03.00 sıralarında otelin otobüsüyle yola çıktılar.
Yolları kesildi…
Kaçırıldılar.
Türkiye’nin ileri gelenleri peş peşe açıklama yaptı o zaman.
“Şununla konuştuk…”
“Bununla konuştuk…”
Vıdı, vıdı, vıdı…
Sonra derin bir sessizlik.
10 Gün sonra Başbakan Yardımcısı Arınç’ın sesi duyuldu:
“Güvenli bir şekilde arkadaşlarımıza ulaştık, nerede oldukları da az çok biliniyor. Hayatta olduklarını, huzur ve rahat içinde olduklarını biliyoruz.”
Garip bir açıklama.
“Güvenli bir şekilde arkadaşlarımız ulaştık” AMA “nerede oldukları da az çok biliniyor”…
Ulaştıysanız azı çoğu ne demek?

* * *

Neyse… Meydanlarda nutuk atmaya, el işareti yapmaya benzemediğidir asıl mesele.
Madem Ortadoğu’nun “en kral” lideri sensin, göstermeliydin kendini.
Namın gerçek olsaydı, çoktan serbest bırakılırdı pilotlarımız.
Ya da…
Ülkemin vatandaşına karşı destan yazan güvenlik güçleri tarafından “KURTARILIRDI” iki Murat’lar.

* * *

Bu arada THY’nın internet sitesine baktım.
En azından “tepki” niyetine, hiç değilse “ciddiyetimizi” kanıtlamak için Beyrut’a yapılan seferlere ara verilmiş mi; diye.
Hayır.
Yazının başında vurguladığım gibi 22 Ağustos Perşembe saat 01:00’de Türk Hava Yolları’nın TK828 sefer sayılı Boeing 737-800 uçağı Lübnan’a gitmek için havalanıyor.
İsteyen binsin!


İzmir’e “yıldız” lazım

Turizmin amiral gemileridir 5 yıldızlı oteller.
Türkiye’deki beş yıldızlı turistik tesislerin illere göre dağılımına bakıldığında, gemilerin yarıdan çoğunun Antalya’ya demir attığı görülüyor.
Bir yıl içinde yüzde 10 artarak, 375’ten 413’e yükselen 5 yıldızlı otellerin yüzde 51’i Antalya’da.
Ardından yüzde 13 ile İstanbul geliyor.
Sonra yüzde 8 ile Muğla.
Ve İzmir, yüzde 4.
Geriye kalan yüzde 24’lük bölümde ise Bursa’dan Ankara’ya, Balıkesir’den Adana’ya, Aydın’dan Mersin’e; Türkiye’nin geride kalan 77 ili var.
Oysa Türkiye’nin her köşesinin turizme 12 ay hareket kazandıracak değerde, öne çıkarılabilecek farklı özellikleri var.
Gelmiş geçmiş turizm bakanları bu konuda ne kadar kafa yordular, çaba harcadılar; işte o konuda hiç bilgim yok!


Tek karelik akıbet!





20 Ağustos 2013 Salı

Kimine “yaşa” kimine “öl”… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 20 Ağustos 2013


Kimine “yaşa” kimine “öl”…

Yapı denetiminin kurumsallaşma süreci 17 Ağustos depreminden sonra başladı.
Uygulamanın “ne kadar yararlı” veya “ne kadar eksik ve yanlış” yapıldığını saptamak için, bugüne kadar “fiili bir durum” yani “büyük bir deprem” yaşanmadı!
Dikkat…
1-     Uygulama “yararsız” demiyorum.
2-     Dilerim o “fiili durum” hiç yaşanmaz!
Ama kesin olan, şehirlerin birer ikişer yapı denetim uygulaması içine alınmasıyla “yeni bir iş alanı” ortaya çıktı.
Mantar gibi üreyen yapı denetim şirketleri, pastadan pay kapmak için amansız bir rekabete girişti sonuçta.
Yasa ve yönetmeliklerle belirlenen tarifeler üzerinden yüzde 50’yi aşan oranlarda indirimler yapmak, şirketler arasındaki rekabetin vazgeçilmez silahı haline geldi.
Örnekse…
İnşaat sahibi, yapı denetimi için önce 100 bin lira ödüyor ama 50 bin lirasını sonra geriye alıyor.
İşini “hakkıyla” yapanlar, çarkın bu şekilde dönmesinden elbette muzdarip.
Ne çare ki, ekmek aslanın ağzında.

* * *

Düzeni sağlamak ve denetlemekle yükümlü kurumların üstlendikleri görevi yerine getirip, getirmediği ise yine er geç yaşanacak bir “fiili durum” sonrasında ortaya çıkacak.
İşte o zaman, projeler üzerine atılan imzaların gerçekliği de anlaşılacak.
Fakat iş işten geçtikten sonra, istersen hesabın en dehşetlisini sor, neye yarar?

* * *

Uygulamanın “alengirli” yönleri bir yana, gayet açık seçik olan tuhaf ve trajik boyutları da var.
Varsayalım sahip olduğunuz arsaya, toplam inşaat alanı 200 metre karenin altına kalan bir ev yapıyorsunuz.
Ve sizin gibi onlarca, yüzlerce kişi de benzer evler yapıyor çevrenizde.
Bu durumda hiç kimse, bir yapı denetim şirketine gitmek zorunda değil.
Yine varsayalım.
Üç tane, beş tane, yüz tane veya bin tane aynı ölçekteki ev; bağımsız arsalar yerine, “tek ve ortak tapu” üzerinde inşa ediliyor.
Bu durumda bir yapı denetim şirketiyle anlaşılması şart.
Garip değil mi?
Evler aynı ama uygulama farklı.
Eğer yapı denetim uygulaması “insanların can ve mal güvenliği korumak” için yaşama geçirildiyse…
Kâğıt üzerindeki birkaç kelime nedeniyle, insanların kimine “öl” kimine “yaşa” nasıl denir?
Ve bu garabet, yıllar yılı nasıl olur da düzeltilmez?


Dedim ki…

Hamas bile "Mısır'da taraf olmayacağız" diyor.
Şu dünyanın işine bak!

* * *

İşgal ettiği makamın hakkını vermekten yoksun her kişi, eleştirilmeyi hak eder.
O işi yapamıyorsan veya yapman engelleniyorsa...
BIRAK.

* * *

Mazlum her yerde mazlum.
Rezil her yerde rezil...

* * *

Gezi olayları, çadırların yakılmasıyla alevlenmişti.
Çadırları yakanlar Topbaş'ın adamlarıydı.
Yine görev başındalar!

* * *

Hangi kirli taşı kaldırsan, altından Suudi Arabistan çıkıyor.

* * *

Mesele 17 Ağustos'u, 17 Ağustos'ta değil; her gün hatırlamak...


Tek karelik domates



19 Ağustos 2013 Pazartesi

Kısaca… 1 numara… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 19 Ağustos 2013


Kısaca… 1 numara…

Türkiye, çocuklu ailelerin tatil için tercih ettiği ilk ülke olmuş.
Haberi okuyunca “eyvah” dedim.
Çünkü iki buçuk ay önce yazmam gereken şeydi bu konu.
Çünkü gözümle görmüştüm, çocuklu ailelerin “neden Türkiye’yi” tercih ettiğini!
Hamdi Türkmen “özel bir rica” bulunmuştu.
Onu kırmam mümkün mü?
Asla.
Ben de o ricanın icabı, Kuşadası’na gitmiştim Mayıs ayının son günü.
Mesele şuydu ki, Aqua Fantasy Oteli’nde düzenlenen “Miss Model of the Turkey” yarışmasında jüri üyeliği yapacaktım.
Anlaşılan “birilerinin” nazarı değdi!
Zira gözüm podyumdaydı ama aklım İstanbul ile İzmir’deydi ve o gün tarihe “Gezi olaylarının başladığı gün” olarak geçecekti.
İşte bu yüzden, ne yarışmaya, ne de Aqua Fantasy Oteli hakkındaki izlenimlerime dair tek satır yazma fırsatım olmadı bugüne kadar.

* * *

Aqua Fantasy 890 odalı, 3 bin yatağı ile de Türkiye’deki “en çok yatağa sahip” bir dev tesis.
1.000 kişi görev yapıyor.
200 dönümlük bir alan üzerine kurulu.
Konuklarının yüzde 90’ı yabancı.
Yabancıların yüzde 80’ini İngiliz ve Hollandalılar oluşturuluyor.
World Otel ve Clup Otel adıyla iki ayrı bölümden oluşuyor.
“Her şey dahil” sistemiyle çalışıyor.
Biner kişi kapasiteli iki ana restoranı ve 5 özel restoranı var.
Çocuklu aileler için “kreşler” yapılmış. Eğitmenler ağırlıklı olarak gelen turistlerin kendi ülkelerinden seçilmiş.
Her köşesinde ayrı bir hareket merkezi yaratılmış.
Bir de “sakin havuzu” bulunuyor, gürültüden uzak, kafa dinlemek isteyenler için.
Tahmin edileceği gibi o havuza çocukların girmesi yasak.

* * *

Su Parkı için ne dense az.
Çok ayrı, çok renkli, çok başka bir dünya.
Otel konuklarının yanı sıra dışarıdan gelenlere de açık. Zaten buraya “özel turlar” düzenleniyor her gün.
Şaka değil.
5 bin kişi su ile oynaşabiliyor aynı anda.
Şöyle bir dolaşmıştım 31 Mayıs’ta orayı.
Yalan yok.
Aklım orada kaldı.
Çocuklar gibi eğlenmek benim de hakkım değil mi yani?


Öyle bir çam devirdim ki…

“Miss Model of the Turkey” yarışmasının yapılacağı amfi tiyatroya geldiğimde, ortalık loştu.
Aaaa.
Bir de baktım, ünlü kurukahveci Küçük Avcı’nın son kuşak temsilcisi, 50 yıllık arkadaşım Osman Avcı.
“Ne arıyorsun sen burada?” deyip, başladım kollarından sarsmaya.
“Epey de yanmışsın” deyip, başladım yanaklarını sıkmaya.
Davranışımda “bana göre” bir tuhaflık yok.
Osman Avcı can kardeşim.
Yaptıklarıma ses çıkarmıyor zaten hatta gülümsüyor ama biraz tuhaf sanki.
Neden sonra “Ben Osman değilim” demez mi!
Hoppala.
İnsan insana benzer de, bu kadar mı benzer?
Ya kimsin arkadaş?
“Ben” dedi:
“Buranın Genel Müdürüyüm!”
Anaaaa. İşe bak. Sen kalk Osman Avcı niyetine Haluk Alay’ı hırpala.
Ama sen söyle Osman Avcı, haksız mıyım, bu sen değil misin?


Tek karelik benzerlik!