31 Ekim 2013 Perşembe

Şeffaf sandık, gizli tasnif! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 31 Ekim 2013


Şeffaf sandık, gizli tasnif!

Nabız tutmak önemlidir.
Maazallah atmıyorsa, eyvah.
Yolcudur Abbas, bağlasan durmaz.
AKP de durumu gayet ciddiye aldığından, her vesileyle nabız tutuyor.
Bakıyor.
Nabız atıyor mu, atmıyor mu?
Atıyorsa hızlı mı atıyor, yavaş mı?
En son geçen hafta tuttular teşkilatın nabzını.
Yerel seçimlere doğru nabız kimiler için daha güçlü atıyor, anlamaya çalıştılar.
Gerçi uygulanan yöntem biraz tuhaftı.
“Teşkilat” denince, benim aklıma üyeleriyle bütünleşmiş bir yapı gelir.
Yok.
Öyle olmadı.
Hatta delegelere bile “ne düşündüğü” sorulmadı.
Partide “bir görevi” olanlar, yani “teşkilatın bir kısmı” sandığa gitti yalnızca.

* * *

Sandıklar şeffaftı.
Zarfların içinde nasıl biriktiğini herkes gördü.
Ya sonra?
Zarflar çuvala konup, götürüldü.
En son 1946 yılında yapılmıştı buna benzer bir şey.
O zaman oylar açık atılıyordu gerçi ama sayım, bugün AKP’nin uyguladığı gibi gizli yapılıyordu.
Demek yeni bir yöntem var artık:
Şeffaf sandık, gizli tasnif!

* * *

Bir yerde haklı AKP’yi yönetenler.
Sen “temayül yoklaması” falan filan de… Ardından teşkilatın birinci sıraya uygun gördüğü adayı listeye bile koyma!
Eh.
Ahali bu garabeti gördükten sonra, sana kim inanır?
Tamam.
Esprinin kötü olduğunu baştan kabul ederek ama o soruya verilecek tek cevap olduğu için yazmak zorundayım ki…
Ancak Kadir inanır!

* * *

Üçüncü tuhaflık, bir kısım teşkilat mensubu yoklama yapıyor ama kimi yokladığı meçhul!
Resmen aday adayı olmuşların sayısı henüz “tek tük” mertebesinde çünkü.
Bu da bir ilk.
Olmayan adaylar için yoklama yapıldı bir partide!
Neyse.
Hayırlı olsun yine de.
Sergilenen görüntüler AKP’li dostlar için dert değilse, bizim için hiç değil.


Haksız rekabet

İzmir’de AKP’nin Büyükşehir Belediye Başkan adayı kim olacak, sorusu da; temayül yoklamasının ilk sırasındaydı.
Yazılan iki isimden birinin Binali Yıldırım olduğu hakkında hiç kimsenin kuşkusu yok.
Benim de yok.
Tıpkı “kim ne yazarsa yazsın” Yıldırım’ın İzmir’den aday olmayacağı gibi!
Ha.
Derseniz ki:
Olsun mu?
Ah keşke olsa.
O olmazsa kim olur peki?
İşin meraklısı çok.
Biri de Kenan Yavuz.
Geçenlerde yaptığı bir açıklama, CEO’su olduğu şirketin mülkiyetindeki Star Gazetesi’nde “manşet ötesi” bir şekilde yer almıştı.
Gazetenin işte o sayısını yığmış salona, oy kullananlara dağıtmış.
Manzara Fatih Yapar kardeşimin gözünden kaçmamış bereket.
Zira her adayın, reklâmını yapacak bir gazetesi olmadığı için; bence bu, haksız bir rekabet!



Tek karelik maske

30 Ekim 2013 Çarşamba

CHP’li mi, değil mi? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Ekim 2013

CHP’li mi, değil mi?

Çeşme sadece İzmir’in değil, Türkiye’nin gözdesi.
Dolayısıyla iştahlısı, heveslisi çok.
Hele CHP’den belediye başkanı olmak isteyenler çok ama çok!
Adaylardan hiçbirini rencide edecek tek söz söylemem.
Fakat bir konu var ki, meraka mucip.
CHP’ye başkan adayı olmak için başvurduğu açıklanan arasında, malum, Hakan Dalokay da var.
Kendisini, “rahmetli Vedat Dalokay’ın oğlu, iyi bir mimar, Çeşme’de eğlence mekânları işletmiş ve bu yüzden sorunlar yaşamış biri” olmak gibi özellikleri nedeniyle az çok tanıyoruz.
Bir başka özelliği de, halen Şişli Belediye Meclis üyesi olması.
Sorum şu:
Hakan Bey kardeşimiz, Çeşme’de CHP’li.
Ya Şişli, nedir oradaki siyasi kimliği?
Şişli Belediyesi’nin internet sitesine bakınca (29 Ekim saat 13 itibarıyla) kendisinin “bağımsız” olduğu görülüyor ki, bu durumda esaslı bir yanıt bekler Çeşmeli.



Gezi Partisi olmaz… Olmamalı. / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Ekim 2013




Gezi Partisi olmaz… Olmamalı.

Önce bir yanlışı düzelterek başlayalım. Pazar günü Gezi Partisi hakkında üç beş cümle edip, Genel Başkanı Reşit Cem Köksal’ın bir fotoğrafını yayımlamıştım ya…
O fotoğraf, o kişiye ait değilmiş meğerse.
Fotoğraftaki kişi “arp sanatçısı” Çağatay Akyol’muş.
Gerçi o da, Reşit Cem Köksal gibi bir müzisyen ve görüntüsü de hayli benziyor.
Bunlar mazeret değil elbet.
Sonuçta bir yanlış yaptım, özür dilerim.
Sorumluluğu kabullenmekle beraber “asıl faili” de bilmenizi isterim.
Zira aynı sıkıntıyı, bir gün sizler de yaşayabilir, “Google kurbanı” olabilirsiniz!

* * *

Pazar günü yazdığım beş cümleden üçü “Bu arkadaş bir iyilik mi yaptı Türkiye’ye? Gezi Partisi adını bloke ederek, bir başkasının siyasi rant devşirme iştihanın önüne mi geçmek istedi?” sorularının ardından “Umarım öyledir” temennisiyle noktalanıyordu.
İçime kurt düştü…
Acaba?
Noktayı virgüle çevirip, temennimin akıbetini eşeledim.
İlginç.
Gezi Partisi hakkına en ayrıntılı haberi “VOA” yani “Amerika’nın Sesi” vermiş.
Deniyor ki:
“Gezi Partisi kurucuları şimdilik basında hiçbir ismin ön plana çıkmaması için görüş vermeyi uygun bulmadı. Ancak Basın İşlerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı Nursun Gürbüz, Gezi Partisi’nin sözcülük mekanizmasıyla ilgili bir karar alacaklarını ve o karar çerçevesinde röportaj taleplerine yanıt vereceklerini söyledi. Aynı şekilde Genel Başkan Cem Köksal da, şimdilik Gezi Partisi’ni bağlayacak açıklamalardan kaçındığını ve partiyle ilgili bütün bilgiye sosyal medya sayfalarında ulaşmanın mümkün olduğunu belirtti.”
Yani.
Arkadaşlar ciddi.

* * *

Nitekim Facebook’taki sayfalarında yer alan şu iki cümle dahi, niyetlerinin gerçekten ciddi ciddi siyaset yapmak olduğunu kanıtlıyor:
“Parka gittin diye park, Gezi Parkı oldu.
Partiye gelirsen parti, Gezi Partisi olur.”
Diyeceğim şu:
İstemem. Ve gitmem…
Gezi bir efsaneydi. Çünkü partisi yoktu.
Gezi bir efsane olarak kalmalı. Onun için de partisi olmamalı.
Bu arkadaşların da o efsaneye zerre kadar saygısı varsa, partinin adı tabelada kalmalı!

 * * *

Radyo Pause’da Aylin Süphandağlı ile yaptığımız “Konuşmanın Tam Zamanı” programında da söylediğim gibi, çok kızıyorum kendime.
Neden akıl edemedim, Gezi Partisi’ni kurmayı!
O ismin siyasete alet edilmesinin önüne geçme fırsatını nasıl kaçırdım?
Ah benim salak kafam!



CHP’li mi, değil mi?

Çeşme sadece İzmir’in değil, Türkiye’nin gözdesi.
Dolayısıyla iştahlısı, heveslisi çok.
Hele CHP’den belediye başkanı olmak isteyenler çok ama çok!
Adaylardan hiçbirini rencide edecek tek söz söylemem.
Fakat bir konu var ki, meraka mucip.
CHP’ye başkan adayı olmak için başvurduğu açıklananlar arasında, malum, Hakan Dalokay da var.
Kendisini, “rahmetli Vedat Dalokay’ın oğlu, iyi bir mimar, Çeşme’de eğlence mekânları işletmiş ve bu yüzden sorunlar yaşamış biri” olmak gibi özellikleri nedeniyle az çok tanıyoruz.
Bir başka özelliği de, halen Şişli Belediye Meclis üyesi olması.
Sorum şu:
Hakan Bey kardeşimiz, Çeşme’de CHP’li.
Ya Şişli, nedir oradaki siyasi kimliği?
Şişli Belediyesi’nin internet sitesine bakınca (29 Ekim saat 13 itibarıyla) kendisinin “bağımsız” olduğu görülüyor ki, bu durumda esaslı bir yanıt bekler Çeşmeli.



Tek karelik merak!

29 Ekim 2013 Salı

Torun yaman çıktı… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 29 Ekim 2013



Torun yaman çıktı…

Biri AKP’li…
Prof. Adnan Gülerman.
Dede.
Öteki AKP muhalifi…
Mehmet Gülerman.
Torun.
Daha önce de bu ikili arasında gayet ilginç bir “Facebook atışması” yaşanmıştı.
Bu kez, bugün açılışı yapılacak MARMARAY üzerine kapıştı dede ile torun.
İlk atış dede Gülerman’dan geldi:
“Dünyanın 8. harikası MARMARAY 29 Ekim'de geliyor. Cumhuriyetin kuruluşunun 90. yılı kuru övgülerle değil böyle kutlanır.”
Torun Gülerman hemen cevap verdi:
“29 Ekim'de seçim propagandası olarak göstermelik bir açılış yapılacağı, sistemin tamamının 7-8 aydan önce bitmeyeceği söyleniyor.”
Dede Gülerman coşku doluydu:
“Mehmet, dünyanın 8. harikası denilen böyleleri olsun da seçim propagandası için olsun. Çevre düzenlemeleri gibi olanları bahane edip küçümsememek gerekir. 29 Ekim günü denizin altından iki kıt'a arasında gidip gelinmeye başlanacak mı? Sen ona bak. Ustanın elini öpmek aşağılatıcı değildir.”
Ve araya, dedenin bir dostu Cudi Dalar girdi bu arada:
“Sahte çevreciler ne diyor bu esere, kimin aklına geldi bu eseri yapmak senelerdir?”

* * *

Bunun üzerine torun Gülerman bir başladı ki yazmaya, aman Allah…
“Dede: 1) Marmaray nerden dünyanın 8. harikası oluyor? Mesele suyun altından tünel geçirmek ise ABD Manhattan ile Brooklyn'i East River'ın altından birbirine bağlayan East River Tunnel'i 1910 yılından beri, Manhattan ile New Jersey'i Hudson River'ın altından birbirine bağlayan Holland Tunnel'i ise 1927 yılından beri kullanıyor. Bunlar sadece iki örnek. Daha fazlası için: (http://www.therichest.com/.../)
Dikkat edersen; Marmaray'ın uzunluğu sadece 1,4 kilometre iken, dünyanın en uzun su altı tüneli olan Seikan Tüneli'nin uzunluğu 53,9 kilometre. Şimdi açıklar mısın bana, neden Marmaray dünyanın 8. harikası oluyor? Yoksa Tayyip öyle mi dedi???”
“2) Usta derken kastettiğin Tayyip ise o senin ustan. Benim değil. Eğer elini öpmek o kadar mubah ise buyur sen öp.”
“3) Senelerdir 19 Mayıs'ta nezle olan, 10 Kasım'da basuru tutan, 29 Ekim'de böbrek taşı düşürenler ne oldu da bu sene birden 29 Ekim'in kıymetini idrak ediverdi???”
“4) Benim hiçbir şeyi küçümsediğim yok. Bu ülke insanının menfaati için yapılan her şey benim için makbuldür. Ama insanların hayatını riske atmak pahasına bu işi oldu bittiye getiriyorlarsa, ki projenin baş mühendisi bile bunu söylüyor, o zaman ben elbette bunu eleştiririm. Ben takım tutar gibi parti tutanlardan değilim. Ben orada burada Tayyip veya Kılıçdaroğlu bayrağı sallayanlardan da değilim. Ben bu ülkenin bir vatandaşıyım. Hepsi bu.”
“5) Bu arada dedecim, sen Profesörsün... Bir dahaki sefere daha iyi araştır istersen.”

* * *

Ve torun Gülerman’ın, araya giren Cudi Dalar’a da bir mesajı vardı:
“Cudi Bey, öyle ortaya laf sallayıp gitmekle olmaz. Kim sahte çevreci, kim gerçek çevreci söyleyin biz de bilelim. Var mı somut bir argümanınız? Yoksa siz de ‘Padişahım Çok Yaşa, öpelim elini eteğini’ deyip gerisini boş verenlerden misiniz?”
Neticede, torun Gülerman’ın sıkı salvoları karşısında dede de sustu, Cudi Bey de…

Bugün neredesiniz?

Bir yanda İzmir Valiliği’nin resmi programı var.
Önce saat 10’da “Tebrikat Töreni” yapılacak Vilayet’te.
10:30’da Cumhuriyet Meydanı’na “Geçit Töreni” başlayacak, adet olduğu üzere.
19:30’da ise Cumhuriyet Bayramı resepsiyonu düzenleniyor davetlilere.
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği Fener Alayı da 20:30’da yine Cumhuriyet Meydanı’ndan yola çıkıp, Gündoğdu Meydanı’na varacak. Ardından Burcu Güneş ile Edip Akbayram burada sahne alacak.
Ve bir de…
Cumhuriyet İçin Güçbirliği Platformu tarafından düzenlenen eylem var ki, saat 16:00′da Gündoğdu Meydanı’nda toplanacak “kim bilir kaç kişi” hep bir ağızdan “andımızı” okuyacak.
Saatler 19:23′ü gösterdiğinde ise 1923 meşale ile özgürlük ateşi yanacak.
Siz bugün nerede olacaksınız?





Tek karelik Karşıyakam

28 Ekim 2013 Pazartesi

Ahşap banktan sanat eseri olur mu? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 28 Ekim


Ahşap banktan sanat eseri olur mu?

Güzelce ifade edildiği gibi “park ve meydanlardaki bank ihtiyacını şantiyesindeki kendi üretim tesislerinde karşılayan Çiğli Belediyesi’nin, farklı alanlardan yoğun talep gelmesi üzerine yeni banklar ürettirerek dağıtmaya başlaması” takdire değer.
Fotoğrafını da gördüm.
Belediye Başkanı Metin Solak göz alabildiğine sıralanmış bankların önünde “Bunlar benim eserim” dercesine poz vermiş.
Kutlarım kendisini.
Ne var ki, okullardaki öğrenci sıralarını andıran o bildiğimiz ahşap bankları daha yaratıcı bir düşünceyle, birer kent mobilyasına dönüştürebilirdi.

* * *

Belediye şantiyesinin olanakları sınırlı kalabilir.
Farklı malzemeler satın alacak parası olmayabilir.
Dünyada ve Türkiye’de benzerleri olan çok değişik modeller üretme şansı bulunmayabilir.
Fakat yine de o bankların her birini başka bir görüntüye, hatta tek tek bir sanat eserine dönüştürmek mümkündü.
Nasıl mı?

* * *

Biraz araştırdım.
İzmir Büyükşehir Belediyesinin biri 6853 sokak No:4 Evka 2’de, diğeri İşka İş Merkezi 8831 Sokak  No:146 Egekent adresinde iki kurs merkezi var.
Aynı şekilde Çiğli Halk Eğitim Merkezi’nin biri  Köyiçi Mahallesi Büyük Çiğli İlk Öğretim Okulu yanında, öteki 8085/1 sokakta iki şubesi var.
Ve buralarda düzenlenen resim kursları var.
Belki başka özel ve resmi kuruluşlar da aynı şeyi yapıyor.
Hepsi bir yana, ressam Martı Gül Kalkan’ın eğitmenliğinde bizzat Çiğli Belediyesi’nce başlatılan ve umarım devam eden bir resim kursu da var.

* * *

Demem o ki, sadece Çiğli’de üretilen bank sayısından fazla insan resme gönül vermiş ve daha iyiye ulaşmak için çabalıyor.
Madem öyle…
Yığarsın boyaları bir yere.
Gerekli malzemeleri verirsin ellerine.
Her bankı teslim edersin her birine.
“Hadi” dersin:
“Bu bank sizin eseriniz olacak. Altına imzanızı da atacağınız, dilediğiz resmi yapın üzerine…”
Şenliğe bak.
Çiğli rengârenk banklarla donatılır bir anda.
Boz bankları canlanır, yeni bir ruh ve heyecan katar yaşama.

* * *

Yani… Bir iş yaparken, düşünün biraz.
“Daha farklı, daha iyi, daha güzel nasıl olur?” diye sorun kendinize. Veya daha doğrusu “yaratıcı insanları” eksik etmeyin yanınızdan.
Sormaktan, konuşmaktan, danışmaktan, fikir almaktan çekinmeyin, kaçınmayın.
Unutmayın.
Baştaki insanın gücü, çevresindeki insanların yeteneği ölçüsündedir ancak.


Helâl İşler Bakanı!

Sayın Başbakana öneriyorum.
Avrupa Bakanı Egemen Bağış’ın “görev alanını” ve hatta bakanlığının adını değiştirin lütfen.
Çünkü Avrupa ile selam sabah usulen yürüyor gibi.
Onun yerini alan ise İslam ülkeleri.
Nitekim İstanbul’da yapılan toplantıda, İslam aleminde birlikteliğin sağlanmasına ve Müslüman ülkeler arasında ticaretin geliştirilmesinin önemine dikkat çeken Egemen Bağış, şöyle buyurmuş:
“Helal ürünlerin denetim altında serbestçe dolaşabilecekleri bir 'Helal Şengen' veya ‘Helalgen' ağı oluşturmanın vakti geldi de geçiyor.”
Hatırlarsınız…
Geçenlerde de “helâl seks shop” mevzuu gündemi epey meşgul etmişti.
Eeee.
Artık böyle.
Önüne “helâl” lafı geldi mi, her şey helâl!


Tek karelik başkan ve bankları!


27 Ekim 2013 Pazar

Baba-kız, karı-koca! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 27 Ekim 2013


Baba-kız, karı-koca!

Seçimler beklenmedik ölçüde ilginç olaylara sahne olur bazen.
Örnekse…
Aliağa’da kapanan Helvacı beldesinin eski Belediye Başkanı Hüseyin Şengül ile 29 yaşındaki matematik öğretmeni kızı Bilge Şengül, AKP'den Aliağa Belediye Başkan aday adayı olmuşlar.
Hoş.
Hem baba aday adayı, hem de kızı.
Eğer ikisinden biri aday yapılırsa, Şengül Ailesi kazanacak.
Bir bakıma piyango çekilişi için, bir yerine iki bilet almak gibi bir durum.
Ama benzer durumların en şahanesine yıllar önce tanık olmuştum.

* * *

Tarihini hiç unutmam:
17 Nisan 1993.
Günlerden cumartesiydi.
Selçuk’taki DYP İlçe Kongresi’nde iki aday yarışacaktı.
İlçe Başkanı Zeliha (Vişne) Arık…
Veeeee eşi Halil Arık.
Karı koca aynı koltuğa adaydılar.
Durumları Aliağa’daki baba-kıza benzemiyordu ama…
Evliydiler ama küstüler ve birbirlerine fena halde kızgındılar!

* * *

O gün sevgili dostum Mehmet Soyer’le beraber yola koyulup, siyasette eşine zor rastlanır bu olayı izlemek için Selçuk’a gittik.
Tesadüf.
Aynı sıralarda, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel de bazı törenlere katılmak için az öteki Aydın’daydı.
Kongre salonu ise hıncahınç doluydu.
Hani imkân olsa da, senaryosunu yazsam ve filmi yapılsa…
Manzara gerçekten çok çarpıcıydı.
Zeliha Hanım kürsüde, gayet ateşli bir konuşma yaparken; Halil Ağa sandalyesini ters çevirmiş, arkası dönük şekilde oturuyordu.
Yine de ara sıra ateş saçan gözlerle kürsüye bakmaktan kendini alamıyordu.
Acaba gerilim daha ne kadar tırmanacak, diye beklerken…
Şimdilerde suyu çıkarılcasına kullanılan “bomba gibi” deyişi, hakkını vererek patladı salonda.
Haber dehşetti.
Cumhurbaşkanı Turgut Özal hayatını kaybetmişti.

* * *

Şaşkınlık, telaş, heyecan…
Hepsi birden yaşandı o an.
Salon boşaldı.
Millet dağıldı.
Türkiye yeni bir dönemin eşiğindeydi mecburen.
Ha.
Tadını çıkaramadığımız o kongrenin sonucu mu?
Zeliha Hanım kazandı.



Gezi Partisi neden kuruldu?

Bekleniyordu zaten, bir uyanığın çıkması, etkisi henüz kestirilemeyen “gezi olaylarını” siyasete kurban etmesi kaçınılmazdı.
“Gezi Partisi” adıyla kurulan ve GZP rumuzuyla anılacak olan bu siyasi parti hakkındaki ilk duygum, öfkeydi.
Çünkü yapılan yanlıştı.
Gezi’nin siyaset üstü anlam ve önemi mutlaka korunmalıydı.
Sonra kurucusu kimdir, diye sorup, soruşturdum.
Reşit Cem Köksal adı çıktı karşıma.
Neo-Klasik Metal türünde müzik yapan biriymiş arkadaş.
Özellikle gitara çok dükünmüş ve “shark” adını verdiği bir model geliştirmiş.
Beste yapıyor. İki albümü var. Türkiye'de konser veren Joe Lynn Turner ile aynı sahneyi paylaşmış.
O zaman “Acaba” dedim:
“Bu arkadaş bir iyilik mi yaptı Türkiye’ye? Gezi Partisi adını bloke ederek, bir başkasının siyasi rant devşirme iştihanın önüne mi geçmek istedi?”
Umarım öyledir.




25 Ekim 2013 Cuma

AKP’de kafalar karışık / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Ekim 2013


AKP’de kafalar karışık

Kim öle kim kala.
Bir dahaki yerel seçim, 2019 yılında…
Dolayısıyla istasyona yaklaşmakta olan treni kaçırmamak, vagonlardan birine atlayıp, münasip bir koltuk kapmak lâzım.
Aksi halde neden siyasi partilerde görev alsın insanlar?
İl veya ilçe yönetim kurullarında bulunmanın, hatta il veya ilçe başkanı olmanın anlam ve önemi, bir yere kadar.
Ülkeyi, şehirleri yöneten gücün bir parçası olamadıktan sonra “politika yapmak” neye yarar?
Heyecan bu yüzden.
Telaşın sebebi bu.
Ortalık onun için toz duman.

* * *

CHP’de “istisnai adaylar” dışında, “aday adaylığı” konusunda bir sorun yok en azından.
Niyeti olan il ve ilçe yöneticileri çoktan istifa ettiler görevlerinden ve haklarında verilecek kararı beklemeye başladılar.
Sıkıntı şimdi AKP kadrolarında.
Takvim belliydi aslında.
Başvuru süreci 1 Ekim’de başladı, 1 Kasım’da bitiyor.
O güne kadar aday olacakların, teşkilatlardaki görevlerinden ayrılmaları gerekiyor.
Sonra…
AKP’nin Teşkilattan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ekrem Erdem, “partide yaptıkları son değerlendirme gereği il ve ilçe yöneticileri ile ilçe başkanlarının istifa etmesine gerek yok” falan diyerek, kafaları karıştırdı.

* * *

Ardından Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şentop muhabbete karıştı.
Twitter’daki hesabından peş peşe mesaj yayımladı:
1-) Teşkilatlarımıza gönderdiğimiz MYK Kararı değişmemiştir.
2-) Adaylığı başvurusu için istifası gerekenler için istifa şarttır.
3-) Teşkilat mensuplarından da adaya adaylığı için başvuracakların istifası şarttır.
4-) İstifa etmeden aday adayı olunmaz.
Buraya kadar tamam.
Hatta şuna da eyvallah…
5-) Sadece şansını denemek isteyenler istifa edip aday adayı olmasın; teşkilat çalışmaları aksamasın. Bu istifalarda geri dönüş de yoktur.

* * *

Amma velakin Şentop “Kafa karışıklığına gerek yok” dese de, son mesajlarıyla; bence ve yine ve de daha büyük bir soru işareti yarattı kafalarda.
İşte o iki mesaj:
6-) Aday belirleme sürecinde (Kasım ayı içinde), adaylığı uygun görülen teşkilat mensuplarımızın aday gösterilmesi de mümkündür.
7-)Kafa karışıklığına gerek yok; boşuna istifa edilmesin; aday gösterilecek teşkilat mensupları aday gösterilir, merak etmeyin, sabırlı olun.
Hadi bakalım.
Ne demek bu?
Herhalde ve en azından şu:
Arkanız sağlamsa endişeye mahal yok!


Bir çare hep var

Biri İtalya’daki Viganella kasabası. İsviçre sınırına çok yakın, tepelerin arasında bir yer.
Rjukan köyü Norveç’in ortalarında, o da aralara derelere sıkışmış vaziyette.
İki yerin derdi aynı.
Yılın belli aylarında güneş ışığı teğet geçiyor üzerlerinden.
Yani…
Güneşe hasretler.
İnsan çok isteyince bir şeyi, çaresini buluyor.
Önce Viganella kasabası, 2006 yılında çözmüş sorununu.
Geçen günlerde ise Rjukan.
Güneş gören tepelere dev yansıtıcılar yerleştirmişler ve ışığı kasabalarının merkezine yöneltmişler.
Rjukan köyündeki aynalar sayesinde 600 metre karelik bir alana ışık vuruyor ve ahali de orada toplaşıp, güneşin sıcaklığını yüzlerinde hissediyor şimdi.
Epi topu 600 metre kare, çok değil belki.
Ama hiç yoktan iyidir.



Tek karelik güneş ışığı

24 Ekim 2013 Perşembe

Kıssadan hisse... - ODTÜ böyle bir yer / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 24 Ekim 2013


Kıssadan hisse…

Diyanet İşleri Başkanlığı’na sormuşlar:
“Eti yenilip yenilemeyen hayvanların tespiti neye dayanılarak yapılmıştır?”
Başkanlık fetvayı vermiş:
“İslam, insanı maddi ve manevi her türlü zarardan korumak için bir takım kurallar koymuş ve insana zarar verebilecek pis ve kötü olan her şeyi yasaklamış; temiz, güzel ve faydalı olanı da helal kılmıştır. Kur’an ve sünnette etleri yenebilecek hayvanlarla ilgili bir liste verme yönüne gidilmemiş, sadece belli ilke ve ölçüler konulmakla yetinilmiştir. Ayrıca sağlığa zararlı maddelerin tüketilmemesi İslam’ın genel ilkelerindendir.”
Kural genel olunca, “Alo Fetva” hattına başka sorular gelmiş.

* * *

At eti yenir mi?
Cevap:
“Hanefi mezhebinde Ebu Hanife’den rivayet edilip tercih edilen görüş ile Malikilerden gelen bir görüşe göre, at etinin yenilmesi tenzihen (helale yakın) mekruhtur.”
Ya porsuk eti?
“Bu hayvanlar yırtıcı ve etçil hayvanlar kapsamında olduklarından dolayı, bunların etinin yenmesi caiz değildir.”
Bir başkası kanguru etinin yenip, yenmeyeceğini merak etmiş:
“Otla beslenen ve temiz şeyler yiyen, ceylan, geyik, antilop gibi av hayvanları sınıfına giren kanguru etinin yenmesi helaldir.”
Bütün bunlardan iki kesin sonuç çıkıyor.
Eti yenebilecek hayvanlar, yırtıcı-vahşi ve etçil olmayacak.
Gerisi ya helâl…
Ya da en azından helâle yakın, yani mekruh.

* * *

Bir de Suriye’ye bakalım.
Oradaki din adamları da bir fetva yayınlamış geçenlerde.
Özellikle şiddetin hüküm sürdüğü bölgelerde, insanların hayatta kalabilmek için eşek, kedi ve köpek eti yiyebileceğini bildirmişler.
Açlık, böyle bir şey işte.
Yokluk, böyle bir şey işte.
Çaresizlik, böyle bir şey işte.
Ve beterin beteri var.
Bir uçak düştü dağın tepesine. Yolcuların kimi öldü, kimi kurtuldu. Zaman geçti. Koltukların derisini bile yedi insanlar. Sonra yenecek hiçbir şey kalmadı.
Böyle bir durumda insan “insan eti” yer mi?
Yer.
Yemişler.

* * *

Kıssadan hisse…
İnsanları itip, kakıp köşeye sıkıştıranlar; işinden gücünden edip, çaresiz bırakanlar…
Yapmayın.
Zira umudu, seçenekleri tükenen insan her şeyi yapar!


Damarlar tıkalı

Tutuklu milletvekilleri için hazırlanan raporu açıklarken, CHP Milletvekili Veli Ağbaba’nın şu sözü, çok önemli:
“Meclis’in 7 damarı tıkalı.”
Çünkü 7 milletvekili tutuklu halen.
Nurettin Demir’in, tutuklu milletvekillerinin durumunu anlatırken kullandığı sözler ise dehşet verici:
“Banyo için yeterli miktarda su verilmiyor. Sıcak su sıkıntısıyla birlikte hijyen ciddi bir problem. Kışın ısınma, yazın serinleme sorunu mevcut. Yılda bir kez her tutukluya verilmesi gereken nevresim bile parayla satılıyor. Yazılan mektuplar emniyette aylarca, yıllarca bekletiliyor. Her türlü demokratik eylem ve tepki keyfi disiplin cezalarıyla sonuçlanıyor ve sürekli soruşturma açılıyor. Revire çıkmak üzere verdikleri dilekçeler ya kayboluyor ya da haftalar sonra cevaplanıyor. Karavana usulü gelen yemeklerin içinden neler çıkmıyor neler. Çivi, tırtıl, sinek, kıl, saç ve buna benzer daha neler neler.”
Ertesi gün 33 gazetenin birinci sayfasına baktım.
Sadece birinde (Cumhuriyet) haber hakkıyla değerlendirilmişti.
Bu durumda “Acaba medyanın kaç damarı tıkalı?” diye de, sormak mı gerekli? 



ODTÜ böyle bir yer

23 Ekim 2013 Çarşamba

Fethiye “örnek” olsun / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Ekim 2013


Fethiye “örnek” olsun

Derler ya… Mal meydanda.
İşte o manzara:
1999 yerel seçimi; MHP 32 bin 669, CHP 22 bin 557, DYP 17 bin 377, ANAP 14 bin 570
2004 yerel seçimi; MHP 41 bin 282, DYP 16 bin 792, CHP 15 bin 523, AKP 14 bin 210
2009 yerel seçimi; MHP 41 bin 305, AKP 27 bin 676, CHP 25 bin 419
Seçimler gelmiş, geçmiş.
Biri hariç, adaylar her seçimde değişmiş.
Ama o biri, yarışı hep birinci bitirmiş.
Orası Fethiye.
O da Fethiye Belediye Başkanı Behçet Saatcı.

* * *

Üç dönemdir Fethiye’de sandıktan çıkan sonuçların partiyle martiyle ilgisi yok.
Tamam.
Behçet Saatcı “amiyane tabirle” sapına kadar Ülkücü.
Önceki gün istifa ettiği MHP için “40 yıldır mensubu olmaktan şeref duyduğum Camiam” dedi daima.
Ama “büyük Fethiye ailem” demeyi de ihmal etmedi asla.
Ailesi de onu hiç terk etmedi, her seçimde en çok oyu ona verdi.
Ve Fethiye’de asılan bir pankart… Ardından MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin anında koyduğu sert tavır, Behçet Saatcı’yı 40 yıllık camiasından kopardı.
Saatcı, ihraç talebiyle Disiplin Kurulu’na sevk edilince, öyle bir açıklama yaptı ki; al, ders niyetine okut siyaset mekteplerinde.
Bu açıklamanın bazı bölümlerini, ben de “ibret olsun” diye, yan tarafta aktaracağım.
Dönelim afiş meselesine…

* * *

Ne yazıyordu ortalığı karıştıran afişte?
Üstte:
“Ülke bitûnîyme bozulmaması ve hezkırına insana dı hûndure me kuvvetlenmesi dılxaziya meye. Qurban Bayramımız piroz be”
Altta ise…
“Anladınız mı? Bu yüzden, Tek Millet, Tek Vatan, Tek Dil, Tek Bayrak, Tek Devlet!”

* * *

Haber ajanslara ilk düştüğünde, sosyal medya da karıştı hemen.
Kimi MHP Genel Başkanı gibi ya anlamadı, ya anlamak istemedi yazılanı.
Ben de hemen şu notu düştüm Facebook’a:
“Yahu durun, adam ironi yapmış…”
Zaten kendisi de aynı söylemiş daha sonra.
“Tek dil vurgusu yapmak istedik. Ne yapmak isteyeyim başka arkadaş. Yani buradaki ironiyi anlayamayan arkadaşlara benim diyecek bir şeyim yok” demiş.
Olayın büyütülecek yanı yok aslında.
O zaman “kalemi daha önce mi kırıldı?” sorusu geliyor ki akla…
Başka da bir ihtimal yok.
Ya çok başarılı olup, parti içinde sivrildiği için ya da “belki” dönemin Muğla İl Başkanı Osman Güven gibi Büyük Kongre’de Devlet Bahçeli’yi desteklemediği için “fırsat kollandı” bugüne kadar.
Pankart işi de alınan kararı uygulamanın gerekçesi oldu.
Şurası kesin…
En azından MHP hesabına, yazık oldu.


İşte o açıklama

“Biz ipimizi kendimiz çekeriz. O zevki başkalarına bırakmayız. O yüzden savunma bile yapmadan istifamı veriyorum. Bu hareketin hafızası, bu haksızlık ve zulme karşı sessiz kalanları da unutmayacaktır. Bu böyle biline.”
“Hayat bize, hiç bir şeye çok sevinmemeyi ve çok üzülmemeyi öğretti. Hayatımızın çeşitli zamanlarında, çok daha büyük sıkıntılar yaşadık. Er geç hak yerini bulacak, hak haklıya teslim edilecek, bu komediyi sahneye koyanlar utanacaktır.
Seçim kazanacağı kesin olan adayların, kendi öz evlatlarının, bozuk para gibi harcandığı ortamda başarı nasıl gelecektir, hep beraber göreceğiz.”
“Biz, bu günlere aritmetik hesaplamalar yaparak gelmedik. Her seçim sonu parti rozetimizi cebimize koyup, 15 yıldır toplumun her kesiminin hizmetkârı olmayı kendimize şiar edindik. Devlet Bey buyurmuş fermanı, ferman Devlet Bey'inse, Fethiye bizimdir!”



Tek karelik huzur

22 Ekim 2013 Salı

Akay ile Engin’e, sevgi ve saygıyla… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 22 Ekim 2013


Akay ile Engin’e, sevgi ve saygıyla…

12 Eylül 1980 öncesinde gayet iddialı biçimde siyaset yapmış biriyim.
Henüz 21 yaşındayken, Adalet Partisi İzmir İl Yönetim Kurulu’na seçildim. Darbeye kadar da görevimi sürdürdüm ve sonrasında beş yıl siyasi yasakla cezalandırıldım.
Yani…
Politikayı da, politikacıyı da, askeri de, darbeyi de iyi bilirim!
Yine yani…
Siyasette kim samimi, kim ciddi?
Anlayabilirim.
İki örnek vereyim hemen…

* * *

AKP İzmir İl Başkanı Ömer Cihat Akay diyor ki:
“Yerel seçimde adaylıkla ilgili bir talebim olmadı, olmayacak. Özellikle adımın geçtiği Karabağlar’dan aday adayı değilim. Ancak Genel Merkez, benden Karabağlar Belediye Başkan adayı olmamı isterse görevden kaçmam. Emir demiri keser. İzmir’in en büyük ilçesine başkanlık yapmaktan şeref duyarım.”
Yapma Başkan.
Yapma.
Belli, isteklisin Karabağlar’a.
Gönlünde yatan aslan kükrüyor, sesi duyuluyor, bastırmaya çalışsan da…
Ve sahi, neden olmasın; Karabağlar’a belediye başkan adayı niçin olmayasın?
Vallahi de yakışır.
Billahi de yakışır.

* * *

Bak CHP İzmir İl Başkanı Ali Engin’e.
En azından o açıkça söylüyor işte:
“Ben Karşıyaka'da yaşıyorum başka ilçeden aday olmak istemem. Parti yönetimi bana ‘partinin başında kal’ derse ben bunu da bir emir olarak görürüm. Ama ben İl Başkanlığı'ndan ayrılıp Karşıyaka'ya Belediye Başkan adayı olmak istediğimi Genel Başkanıma söyleyeceğim.”

* * *

Ne var ki, iki başkan da aynı sokakta buluşmuş sonuçta.
Yazık.
Orası, çıkmaz sokak.
Demokrasi yok orada.
Bilirsiniz, sizleri sayarım, severim.
Onun için uyarıma kulak verin.
Şu açıklamalarınız var ya…
Benzerlerini bir daha yapmayın.
Sakın.
Demokrasiye inanan gönülleri dağlayan, acı verici ve tehlikeli sözler söylemeyin.
Asla.
Sizler, birer “emir kulu” değilsiniz.

* * *

Sizler, demokrasinin vazgeçilmez unsuru olan siyasi partilerin, İzmir gibi bir şehirde İl Başkanlığı makamını işgal etmektesiniz.
Herkesin gözü sizde.
Çok kişinin umudu sizde.
Demokrasinin erdemini, namusunu korumak, öncelikle ve özellikle sizlerin görevi.
Değil mi?


Bir zamanlar “millet” vardı!

İl yönetim kurulları sadece 15 kişiydi 12 Eylül’den önce. 1977-1980 arasında beraber çalıştığım insanlardan biri de (EBSO eski Başkanı ve ALOSBİ Yönetim Kurulu Başkanı Atıl Akkan’ın babası) Şükrü Akkan’dı.
1961-73 yılları arasında üç dönem İzmir Milletvekilliği yapmış, nur içinde yatsın, dünya tatlısı bir adamdı.
Adaylık muhabbetti açıldığında “Ben istemiyorum ama ya millet isterse” derdi.
O zamanlar adres, milletti.
Ne deniyor bugün, ne diyor adaylığa niyetli olanlar?
“Genel başkan” isterse, “lider” isterse, “genel merkez” isterse…
Hatta “isterse” bile değil, emrederse…
Offf.
Nereden nereye?
Eskiden “millet” vardı sadece.
Ya şimdi, “millet” nerede?
Ve söyleyin…
Demokrasi olur mu, milletin olmadığı yerde?




21 Ekim 2013 Pazartesi

Silvio İzmir’e gelsin - Doktor tavsiyesi / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 21 Ekim 2013


Doktor tavsiyesi

Ömer Akkuş bir tıp adamı. Uzun zamandır kafayı bir “konuya” takmış, çırpınıyor.
Her kapıyı çalıyor.
Her yere ulaşmaya çabalıyor.
Gündeme getirmek istediği “konu” için verdiği örnek ise çok çarpıcı:
“İzmir’de, bilhassa Vilayet binasında ve bağlı bloklarda taharet musluklu klozetler (asri tuvalet) yoktur. Buraları kullanmak zorunda kalan kişiler dökme su ile çağdışı ve aykırı şekilde temizlik yapmaktadır. Bu tuvaletleri kullananlar ellerini sabunla yıkasa dahi tırnak diplerinde gaita bulaşıklarının kalma olasılığı fazladır.”
Operatör Doktor Ömer Akkuş halkı ”tedbirli” olmaları konusunda, yani ceplerinden, çantalarından “kâğıt havlu, tırnak fırçası, ıslak mendil” gibi malzemeleri eksik etmemeleri için uyarıyor.
Zira…
Oraya buraya bulaşan pisliklerin taşıdığı mikroplar ve insana verebilecekleri zararlar, saymakla bitmiyor.

* * *

Ömer Akkuş şu ana kadar aktardığım tehlikeleri ve alınması gereken önlemleri “resmen sorumluluk sahibi” tüm kişi ve kurumlara iletme çabasında.
Valilik, sağlık müdürlüğü ve bakanlığı vs. bana ilettiği mektubu hemen her yere göndermiş.
Ama…
Yok.
Hiçbir yerden cevap yok.
Ve neymiş sonra…
İzmir sağlık temasıyla EXPO’ya adaymış!

* * *

Bakın şimdi.
Meral Tamer geçenlerde önemli yazı yazdı.
Başlığı şuydu.
“Tarihteki en önemli inovasyon klozet/helâ mı?”
Bilen, bilir.
Yine de “inovasyon” ne demek, bir cümle ile açıklayalım.
Her alanda geçerli olduğu gibi bir ürünü de “önemli ölçüde yenilemenin, değiştirmenin” adıdır, inovasyon.
Ya da şöyle diyelim…
Çömelerek def-i hacet etmekten, o işi oturarak yapmaya geçiş;
Northwestern Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Robert Gordon’a göre dünyadaki gelmiş-geçmiş en önemli inovasyon.
Dahası…
“Gelecekte de bundan daha önemli bir inovasyon olmayacak” diyor Prof. Gordon.

* * *

Meral Tamer yazmış:
“TÜSİAD’ın düzenlediği CEO Forum’da Prof. Gordon’un kapsamlı sunumunu dinlerken, insanlık için tarihteki en önemli inovasyonun hela/tuvalet olduğuna ben de ikna oldum.”
Fakat buna bir türlü ikna olmayanlar var ki Türkiye’de, örneğin İzmir Valiliği’nin tuvaletlerinde bu değişim henüz gerçekleştirilememiş durumda.


Silvio İzmir’e gelsin

Haberi okuyunca “İnsan ne oldum değil, ne olacağım demeli” sözünü hatırladım yine.
Şan, şöhret, para, güç, kudret…
Hepsi beyhude.
Ne oturduğun başbakanlık koltuğu, ne dünya liderleriyle el ele, yanak yanağa verdiğin pozlar.
Eğer bir yamukluk varsa yaptığın işlerde, günü gelince yapışırlar yakana, çekerler aşığıya.
İtalya’nın eski başbakanı Silvio Berlusconi’nin düştüğü durum, özellikle “eski dostlarına” ders olsun.
Unutmasınlar asla…
Bugünün yarını da var.
Berluconi vergi kaçakçılığı ile dört yıl hapis cezası alınca, mahkumiyetini hangi koşullar altında çekeceği de tartışılmaya başlanmış.
Önerilen cezalardan biri de tuvalet temizliği…
Birden aklıma geldi.
Başbakan Erdoğan devre girse, eski dostu Silvio’yu İzmir’e getirse ne iyi olur.
Malum.
Temizlenecek çok helâ var İzmir’de!


Tek karelik istikamet!



20 Ekim 2013 Pazar

İktidarın “Reşit Galip” öfkesi! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 20 Ekim 2013


İktidarın “Reşit Galip” öfkesi!

Başbakan yerden yere vuruyor onu. Hatta “çok biliyor” gibi, “ırkçılıkla” suçluyor.
O kim?
Doktor Reşit Galip, iktidarın okullarda okunmasını yasakladığı “andımızın” yazarı.
Başbakan’ın sözcüsü Hüseyin Çelik ise çareyi “Reşit Galip, CHP’liydi” demekte bulmuş aklınca.
Bir kişi CHP’li olunca “suçlu, kötü, işe yaramaz” demek istiyor garip Hüseyin!
Ayıptır be.
Yazıktır be.
Tarihimizi, insanlarımızı böylesine insafsızca harcamayın be!

* * *

Herkes bilsin bir kere.
Reşit Galip 1893 yılında doğmuş, 1934 yılında ölmüş.
Ne yaptığı, kim olduğu bir yana; yaşadığı 41 yılın koşullarını anlamaya, öğrenmeye çalışır önce, birazcık aklı ve vicdanı olan her kişi.
Vay be.
Reşit Galip, CHP’liymiş.
Ne olacaktı yani, 1920’li 30’lu yıllarda AKP’li mi?

* * *

Bu konuda Başbakan’ın veya Hüseyin Çelik’in lafıyla, Reşit Galip hakkında bilgi sahibi olma gafletine düşmeyeceğimize göre; güvenilir bir kaynağa bakıp, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın efsane isimlerinden Kazım Özalp’ın yazdığı “Atatürk’ten Anılar” kitabının 48 ve 49’uncu sayfalarını okuyalım örnekse.
Orada Reşit Galip anlatılıyor bir nebze.
Atatürk’ün sofrasında çıkan bir tartışmada, Atatürk’e kafa tutabilecek cesarette bir adam olduğu yazıyor.
Tartışmanın çıkış sebebi önemli ve ilginç.

* * *

“Sofrada bulunan dönemim Milli Eğitim Bakanı Esat Mehmet (Esat Sagay) ‘kızların kısa etek, kısa çorap ve kısa kollu gömlek giymelerini uygun görmediğini’ belirtti. Bir tamim yayınlayıp daha kapalı giyinmelerini isteyeceğini söyledi.
Bunun üzerine Reşit Galip söz aldı, ‘Yanlış düşünüyorsunuz beyefendi’ dedi:
-       Bu bir geriliktir. Kadınlar eski durumda yasayamazlar.
İnkılâplardan en mühimi, kadınlara verilen haklardır. Başka türlü, Batılılaşmakta olduğumuzu iddia edemeyiz.
(Ha… Reşit Galip’e sövüp, sayanların daha o zaman moderniteyi savunan, bağnazlığa karşı çıkan biri olduğu için, kendisine hınçlandığını anlamak zor değil bu arada!!!)
Sofra gerildi. Gazi, vekilini zor durumda bırakan bu çıkıştan hoşlanmadı.
‘Bu konuyu uzatmayalım. Kısa çorap giyip giymemek çok önemli değildir, sonra tartışırız’ dedi.
Ama Reşit Galip alttan almadı.
’Af buyurunuz Paşam, bu, inkılâp ve zihniyet meselesidir! Müsaade buyurursanız fikrimizi söyleyelim. Hatta daha ileri giderek diyeceğim ki, sizin huzurunuzda bu sofrada inkılâpları zedeleyecek icraattan bahsedilmesi küstahlıktır, hoş görülemez.”

* * *

Ve tartışma, Reşit Galip ile Atatürk’ün restleşmesine kadar gider.
Atatürk ona “sofradan kalmasını” söyler, Reşit Galip ise “Burası sizin değil, milletin sofrasıdır. Milletin işlerini görüşüyoruz. Burada oturmak sizin kadar, benim de hakkımdır” der.
İlginç bir durum yaşanır.
Atatürk ve beraberindekiler kalkar sofradan, Reşit Galip tek başına kalır.
Daha da ilginci, Esat Sagay’dan sonra Reşit Galip, Atatürk tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’na atanır.
41 yaşında öldüğünde ise Reşit Galip’in cebinde sadece 5 lira vardır.

* * *

Reşit Galip böyle biriydi şey işte.
Kısaca…
Adam gibi adamdı.
Lider olmak da kendisine karşı çıkan birini bakan yapacak kadar özgüvene ve hoşgörüye sahip olmakla izah edilebilir ancak.
Tıpkı Atatürk gibi.
Ve onu sevmeyenlerin “karın ağrısını” yaşanan olaylar vesilesiyle daha iyi anlıyoruz şimdi!