30 Eylül 2013 Pazartesi

İzmirli başkanın striptizci kızı! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Eylül 2013


İzmirli başkanın striptizci kızı!

Doğan Uluç’un “Kupa Kızı” adlı kitabını okuyorum hızla.
Aman ne hikâyeler, ne ilginç şeyler.
Çoğu eskilere, 1960’lı yıllara ait, sekiz sayfalık Hürriyet Gazetesi’nin manşetine çıkmış haberler.
Ve kitaptaki bir bölümün başlığı:
“İzmir Belediye Başkanı’nın striptizci kızı beni evine hapsetti.”
Hayda.
O da ne?

* * *

Doğan Uluç dönemin “hızlı ve acar” muhabiri.
İstanbul’da “Beyoğlu muhabirliği” yaptıktan sonra, Hürriyet adına Londra’ya gidiyor.
Orada epey çalışıyor.
Ardından aynı gazetenin New York-BM Büro Şefi olarak ABD’ye yerleşiyor. Ve halen Hürriyet’te köşe yazıyor.

* * *

İşte Londra günlerinden birinde, İzmir eski Belediye Başkanlarından Faruk Tunca’nın kızı Leyla Tunca’nın bir gece kulübünde striptiz yaptığını öğrenip, randevu alarak evinde ziyaret ediyor.
Orada başından geçenler ilginç.
Ama işin magazin faslı bir yana, kitaptaki anlatımda bazı maddi hatalar dikkatimi çekti.
Öncelikle istedim ki, kitabın yeniden basımı yapılırsa, üstadımız Doğan Uluç bunları düzeltsin.
Örnekse, Uluç diyor ki:
“Sene 1965, kışın ilk ayı, Londra’ya geleli altı ay olmuş…
… Üzerine balıklama atlanacak bir iş bu. Zihnimde bir değerlendirme yapıyorum, rahat birinci sayfaya girer. Faruk Tunca İzmir Belediye Başkanı. Gazetelerde sürekli beyanatları çıkan popüler başkanı Türkiye’de tanımayan yok…
… İki yıl önce, on sekiz yaşındayken gelmiş İngiltere’ye. İzmir’de Amerikan Koleji’nde okumuş. Özgür bir yaşam sürmek istiyormuş. Babası ünlü bir yönetici olduğu için toplum baskısı altında yaşıyormuş...”
Yine diyor ki Uluç:
“Avrupa Güzeli Günseli Başar’la evli, İzmir’in saygın Belediye Başkanı babası Faruk Tunca ne diyor bu duruma?
-       Bugüne kadar haberi olmadı. Hürriyet’te yayımlanınca öğrenecek…”

* * *

Maddi hata, demiştim.
1965 yılında, İzmir Belediye Başkanı, rahmetli Osman Kibar’dı. Bu bir.
Faruk Tunca 1957-1960 yılları arasında, İzmir Belediye Başkanlığı yapmıştı. Bu iki.
Günseli Başar, 27 Mayıs ihtilali sonrasında yaklaşık 3 yıl yakın hapis yatan Faruk Tunca’dan, tahliye olmasının ardından boşandı. Bu da üç.
Dolayısıyla…
1965 yılında ne belediye başkanlığı kalmıştı Faruk Tunca’nın, ne de evliliği.

* * *

Diğer yandan, Leyla Tunca’nın yaşantısı, gerçekten büyük bir üzüntü kaynağıydı Faruk Tunca için.
Nitekim bir gazete kupürü geçti elime.
Siz de görüyorsunuz işte…



* * *

Ve Günseli Başar’la evliliği… Nedim Atilla Akşam Gazetesi’nde gayet güzel anlatmış bu evliliği:
“1956’da yapılan yerel seçimi, İzmir’de, genç mimar Faruk Tunca kazanmıştı. Yakışıklı bir mimar olmanın ötesinde, yakın çevresinde çapkınlığıyla da tanınan bir gençti. Uzun süredir bekâr hayatı yaşayan Başkan’ın ilgisini, bir süre sonra Avrupa Güzeli Başar da çekti. Yaşadığı tatsız evlilik deneyiminden sonra üzgün ve mahzun bir halde, günlerini annesiyle geçirmekte olan Günseli Başar’ı ikna etmesi pek zor olmadı. 1958 yılının  17 Mart günü, çok sade bir törenle nikâhları kıyıldı. Kraliçe artık İzmir’in geliniydi… Günseli Başar, Tunca Ailesi’nin Birinci Kordon’da bulunan ‘Sakız’ tipi yalısına yerleşti, eşiyle birlikte... ”
(Yine bir düzeltme yapayım, yerel seçim 1955 yılındaydı. Ama o zaman belediye başkanları çift dereceli yöntemle, yani belediye meclisi içinden seçiliyordu. Nitekim seçimin ardından önce Enver Dündar Başar seçildi. 1957 yılında milletvekili olunca da, yerine Faruk Tunca geldi.)

* * *

Kordon’daki yalıyı bilmem ama şimdi Karşıyaka Kaymakamlığı ve diğer devlet dairelerinin bulunduğu alan var ya…
Eskiden Hayal ve Beyazıt açık hava sinemaları vardı orada. İstasyon tarafına gelirken de üç-beş ev sıralıydı yanında.
Herhalde babam göstermişti o evlerden birini:
“Burası Faruk Tunca’nın evi…”

* * *

Sonra ne oldu, diye “ayaklı İzmir tarihi” Sancar Maruflu’yu aradım.
İki önemli anekdot aktardı:
“Faruk Tunca ile Günseli Başar, 27 Mayıs ihtilali olduğunda boşanmak üzereydiler. Fakat Günseli Hanım çok onurlu bir kadındı ‘Kocam cezaevindeyken boşanmak bana yakışmaz’ dedi ve Faruk beyin çıkışını bekledi.”
“Yıllar önce ayrılmış olmalarına rağmen Faruk Tunca’nın vefatından önce kendisine Günseli Başar baktı. Son nefesini verirken de, yanında o vardı.”
Ne diyelim, bugünün de kısmetinde böyle bölük pörçük hikâyeler varmış…



29 Eylül 2013 Pazar

350 milyon dolara beraat! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 29 Eylül 2013


350 milyon dolara beraat!

Bir kez daha Mehmet Baransu’nun Twitter’da paylaştığı mesajları gündeme getirirken, yine merak içindeyim:
“Acaba bunlarda mı yalanlanmayacak?”
Hatırlayacaksınız…
Önce İstanbul’un Olimpiyat adaylığını kaybetmesinin nedenlerini sıralarken, özellikle AKP’nin reklamcısı Erol Olçak hakkında ciddi iddialarda bulunmuştu.
Ardından Başbakan’ın, Spor Bakanı Suat Kılıç’a attığı tokadı yazdı.
Ortalık yandı, yıkıldı.
TIK yok.
Bunun anlamı şu:
Bir iddia yalanlanmıyorsa, dolaylı biçimde “doğrulanıyor” demektir.

* * *

Baransu’nun twitlerine geçmeden, o mesajlara yol açan haberi aktarayım:
“Samsun'un Çarşamba İlçesi'nde 1996 yılında işlenen 2 cinayeti azmettirdiği iddiasıyla hakkında Çarşamba Ağır Ceza Mahkemesi'ne ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası istemiyle dava açılan Metro Holding Yönetim Kurulu Başkanı Galip Öztürk'ün yargılaması tamamlandı. Mahkeme Öztürk'ün adının karıştığı her iki olaydan dolayı beraatına karar verdi.”

* * *

İşte bunun üzerine de Baransu başladı yazmaya:
“Bu ülkede cezaevinden iki tür çıkış var: Ya tünel kazarak ya da 350 bin dolar vererek.”
“Cezaevinden her iki durumda da çıkışlar olur, Adalet Bakanı ayakta uyur.”
“Düzeltme: 350 bin değil 350 milyon dolar. Yanlışlıkla bin yazmışım. Ankara’daki tarife milyonla başlıyor.”
“Odasının önünde 350 milyonluk pazarlıktan habersiz olan bakanın sorumluluğundaki cezaevinde tünel kazılması normal.”
“Bu pazarlığı olduğu gün duymuş ve inanamamıştım. Galip Öztürk’ün kızı bana mail atınca içimden şu geçmişti: Merak etme baban yakında çıkacak!”
“Ve Galip Öztürk cezaevinden çıkınca hiç şaşırmadım. Önceki gün beraat etmesi de sürpriz olmadı.”
“Yıl 1999'du sanırım. Otogar’da Metro Turizm, Radar Turizm kavgasını, Show turizmi, Öztürkler kardeşlerin nasıl zengin olduklarını yazmıştım.”
“Galip ve Talip Öztürk kardeşlerin elemanları evimi basmış, beni ölümle tehdit etmişlerdi.”

* * *

İddia yine çok büyük.
TIK.
TIK.
TIK.
Ses var mı ses?


Özlemişiz Kemal abi…

İzmir Kalkınma Kurulu Başkanı Kemal Çolakoğlu tepkili.
Kime?
Aynı kurulun Genel Sekreteri Ergüder Can’a.
İZKA Meclis toplantısında demiş ki:
“İZKA’nın en önemli öğelerinden biri genel sekreterliktir. Bu dönemin ilk toplantısının tarihi çok önceden belirlenmişti. Ama Genel Sekreterimiz yok. EXPO çalışmaları için İzmir Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı ve işadamlarıyla birlikte Paris’e gitti. İZKA Genel Sekreteri, Kalkınma Kurulu’nu ciddiye almazsa, başkanı da ciddiye almıyor anlamına gelir. Bu durum, kalkınma ajanslarının en temel prensiplerine aykırı. Toplantı üç ayda bir yapılıyor. Herkes değerli vaktini ayırıp geliyor. Önce Genel Sekreter gereken değeri versin.”
Yaşa Kemal abi.
Oh be…
Nihayet “yüksek bir ses” duyduk.
Özlemişiz vallahi.
Sayende kulaklarımızın pası silindi.




Tek karelik ADAM

27 Eylül 2013 Cuma

Tugaylar sarmış her yanımızı! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet/ Ege / 27 Eylül 2013


Tugaylar sarmış her yanımızı!

El-Fecru’l İslamiyye Hareketi, Ahrar Şam, El-Hak Tugayı, Ensaru Şam Tugayı, El-Taliatu’l İslamiyye Cemaati, Musab bin Umeyr Tugayı, Tevhid Ordusu, El-İmanu’l Mukatile Tugayı…
Bunlar “Suriye İslam Cephesi” içinde yer alan gruplardan bazıları.
Ya şunlar?
Sukuru’ş Şam Tugayı, Ensaru İslam Topluluğu, El-Faruk Tugayı, Amr Bin el-As Tugayı, Davut Tugayı, El-Fetih Tugayı, El-Furkan Tugayı, El-Nasr Tugayı, Tevhit Tugayı…
Onlar da “Suriye İslami Kurtuluş Cephesi” adına savaşıyormuş.
Daha çok.
Adını bile telaffuzda zorlanacağımız, büyük bölümü Suriye dışından gelmişle yığınla silahlı adam (ve kadın) kafalarına göre bir isim takıp kendilerine; sözüm ona Suriye’nin özgürlüğü ve İslam adına kan döküyor sınırlarımızın yanı başında.

* * *

Anadolu Ajansı son haberine göre, Suriye'de rejime karşı savaşan ve her geçen gün askeri anlamda profesyonelleşen grupların sayısı 700'e ulaşmış.
Ulaşır elbet.
Türkiye epeydir yolgeçen hanı.
Gelen geçiyor.
Giden geçiyor.
Sorgu sual eden olmadığı gibi, kimine ise desteğin her türlüsü bizzat Türkiye’yi yönetenler tarafından sağlanıyor.
Hele yakaladığının kafasını kesen bir El-Nusra var ki, Allah muhafaza!
İnsan merak ediyor.
Ve insan korkuyor…
Suriye’de işleri bitince, nereye gidecekler veya gelecekler acaba?

* * *

Türkiye bu pis, kirli ve iğrenç savaştan elini ayağını çekmelidir hızla.
Sınırlarından içeri veya dışarı, hesabını tutmadan ve sormadan kimseyi bırakmamalıdır.
Kaç defadır yazıyorum.
Kaç defadır soruyorum.
Ne hesap veren var, ne hesap soran.
Her yer, herkes duvar gibi!

* * *

İzmir Valisi Mustafa Toprak’a da, şehirdeki Suriyeli sığınmacıların durumu ile ilgili bir şeyler sormuşlar.
Cevap dehşet:
“İzmir’deki Suriyeli sığınmacı sayısını tespit etmek mümkün değil…”
Vay be.
Peki.
Kim bilecek bunu?
Devlet’in Valisi, Hükümet’in İzmir’deki en yetkili temsilcisi bilmiyorsa…
Kim bilecek?
Kusura bakmayın.
Lütfen bağışlayın.
Ben de bilmiyorum!



İktidarın spor sevdası!

İktidarın futbolla “top” gibi oynadığı, futbol sektöründeki kimi insanları “işine geldiği” gibi oynattığı bir sır değil.
Önce Fenerbahçe.
Sonra Beşiktaş.
Şimdi de Galatasaray.
Türkiye’nin yüzyıllık çınarları, bir duvardan ötekine savruluyor.
Futbol, bu iktidara yetmiyor ama…
İstiyorlar ki, sporun neredeyse her dalı egemenlikleri altında olsun.
Nitekim 12 federasyon başkanının iktidara olan bağı/bağımlılığı açıkça biliniyor.
Ha.
Spor Bakanı “Dijital Oyunlar ve Hava Sporları” federasyonlarını lağvedip, Gelişmekte Olan Spor Branşları Federasyonu’na bağlamış bu arada.
O federasyonun başkanı kim mi?
Yabancı değil.
AKP’nin Tunceli milletvekili adayı imiş kendisi!




Tek karelik merdiven

26 Eylül 2013 Perşembe

Yarışta “Aytun Çıray” sürprizi / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Eylül 2013


Yarışta “Aytun Çıray” sürprizi

İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı için özellikle CHP’de süren yarışı acaba neye benzetmeli?
Galiba “at yarışı” demek, en iyisi.
Mücadele müthiş çünkü.
Manzara şu ki…
Kimileri biraz önde, kimileri biraz arkada “toplu halde” süren bir yarış var şu aşamada.
Aziz Kocaoğlu, Hakan Tartan, Tunç Soyer, Birgül Ayman Güler, Hüseyin Aslan, Canan Arıtman…
Nefes nefese.
Ve ortalık toz duman.
Gözler grubun üzerinde, yapılacak hamleler bekleniyor.
Soralım:
Hepsi bu mu?
Yarışta olan başkası yok mu?

* * *

Şimdi yazacaklarıma dikkat.
O satırların içinde “bilgi” de var, “duyum” da var, “sezgi” de var.
Eh.
Onca yıldır siyaseti çok yakından izlemenin “tecrübesi” de var.
Evet.
Dikkat.
Ben herkesin odaklandığı grubun ötesinde ve tabir yerindeyse “dış kulvardan gelen” birini daha görüyorum:
Aytun Çıray.

* * *

Az önce sıraladığım faktörlerin hepsini harmanlayarak, şunları söyleyebilirim.
Aytun Çıray, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile “tahminlerin ötesinde” yakın çalışıyor.
İzmir’in neresinde bir etkinlik varsa, hiçbirini kaçırmamaya çabalıyor.
Meclis’te aktif. Verdiği önergeler ses getiriyor, her fırsatta kürsüye çıkıyor.
Medya ile ilişkiler çok iyi. Yazılı, görsel ve sosyal medyada en yoğun biçimde yer alanlardan biri.
Siyaset tecrübesi CHP ile sınırlı değil. Merkez ve merkez sağ kitleleri de yakından tanıyor. Ne de olsa o cenahta uzun yıllar siyaset yaptı. Yakın geçmişte İzmir’de birinci parti olan DYP ile ANAP’ta çalıştı.
Buna karşın CHP örgütüyle de hemen kaynaştı. Kendisini destekleyen “sağlam bir grup” var.

* * *

Onun için… Dikkat.
CHP’deki Büyükşehir belediye başkan adaylığı için, dış kulvardan “hızla gelen” biri daha var.
Ha.
Hatırlatmalıyım ki, Aytun Çıray ilk siyasi deneyimini 1980 öncesinde Adalet Partisi’nde yaşadı.
Yani.
Ata binmeyi sever ve iyi bilir!


Attım imzayı

“Bizler için Beşiktaş, sadece bir spor kulübü değil, bunun çok daha ötesidir. Bize onu emsalsiz kılan şey sahip olduğu değerleri ve duruşudur. Hayatı futbola değil, futbolu hayata feda edeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın. Lakin bu güzel oyunu çirkinleştirenler de bunun hesabını vermelidir ki, öfkemiz ve nefretimiz onlaradır.
Adalet ve hakkaniyetten yoksun merciler ve emek hırsızı soysuzlar için bir kez daha şunun altını çizmek isteriz;
Beşiktaş’a, Beşiktaşlılara yapılan her haksızlık karşılığını bulur, zira Çarşı sizde olmayan vicdandır.
Akbabalar ve çakal sürüleri bilsin ki, sevinciniz kursağınızda kalacak.
Kaybettiğimiz şey 3 puandan ötesi değildir.
Hocamızdan top toplayıcımıza, malzemecimizden sporcumuza, yavru kartalımızdan en yaşlımıza, kulübümüzün hizmetkarından yöneticilerimize kadar hepimiz tek bilek tek yumruğuz.
Kendi yaralarımızı kendimiz sararız ve biz sadece ve sadece Beşiktaş’a sarılırız.
Çarşı”
Ben de bu satırların altına, aynı duygu ve düşüncelerle atıyorum imzamı.



Tek karelik 1453!

25 Eylül 2013 Çarşamba

Cumhuriyet Nişanı “güme” gitti! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Eylül 2013


Cumhuriyet Nişanı “güme” gitti!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül “Aziz kardeşim” diye başladı konuşmasına:
“Bütün siyasi hayatınız boyunca ülkenizde demokrasinin hüküm sürmesi ve kalkınmanın hızlanması için mücadele ettiniz. Demokrasinin askıya alındığı dönemlerde dahi ülkenize zarar vermemek için hep sağduyu, sabır, fedakârlık ve vatanperverlik duygusu içinde hareket ettiniz.”
Pakistan Başbakanı Nevaz Şerif huşu içindeydi.
Türkiye Cumhurbaşkanı’nın iltifatları ise bitecek gibi değildi:
“Bu erdemlerinizle Pakistan halkına ve biz dostlarınıza hep güven verdiniz, umut aşıladınız. Nitekim ülkenizin tarihinde bir ilke imza atarak üçüncü defa Başbakan seçilme başarısını gösterdiniz.”
Abdullah Gül, Cumhuriyet Nişanı’nı Nevaz Şerif’in boynuna takmadan; sözlerinin üzerine bir de cila çekti:
“Engin tecrübeniz ve dirayetli önderliğinizle, ülkenizi daha huzurlu ve daha müreffeh bir geleceğe taşıyacağınıza olan güvenim tamdır.”

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından da izzet ve ikramla karşılanan Nevaz Şerif, bunca methiyeyi ve itibarı gerçekten hak eden biri mi acaba?
Hiç sanmam.
Pakistan’da, Abdullah Gül’ün sıraladığı nitelikleri taşıyan bir kişi vardı aslında.
Hem “yürekten” demokrattı, hem de verdiği demokrasi mücadelesinin bedelini hayatıyla ödemeyi göze alacak kadar “yürekli” bir insan.
Adı da, Benazir Butto’ydu.

* * *

Suikasta kurban gitmeden iki ay önce yazdığı yaşamöyküsünde, Nevaz Şerif’e de sıkça yer vermişti Butto.
Örnekse demişti ki:
“ISI (Pakistan Gizli Servisi) General Ziya’nın ‘siyasi oğlu’ Nevaz Şerif’i Başbakan yapmaya söz vermişti. Nevaz Şerif zaten Pencap Başbakanı olduğu için, emirlerimi dinlemeyeceğini ve benim sadece İslamabad’da Başbakan sayılacağımı söyledi.”
Yine demişti ki:
“Nevaz’ın sosyal ve siyasal çalışmaları hiç de ileriye dönük değildi, oldukça gericiydi. Pakistan’da bir ilerleme görülmüyordu. Nevaz Şerif ‘İslamlaştırma’ konusunda yaptığı çalışmaları anayasal çerçeveye sığdırmaya çalışıyor, Taliban toplumunu övüyor ve Pakistan’da onu taklit etmek istiyordu.. Partimiz, Senato’daki gücünü kullanarak; Nevaz’ın Pakistan’ı bir din devleti haline dönüştürme çabalarını engellemeye çalışıyordu.”

* * *

Pakistan’da ne olup, bittiği bir yere kadar önemli.
Asıl mesele, orada olanların “burada” nasıl değerlendirildiği!
Yani…
Nevaz Şerif’in demokratlığı da, bizimkilere benziyor:
“İşine geldiği zaman, işine geldiği kadar!”
Yoksa Türkiye’nin “Cumhuriyet Nişanı” neden ona verilsin, doğru dürüst nişan alınacak başka hedef mi kalmadı koca dünyada?


Gülmeyin, ciddiyim

Çeşme Esnaf Odası’nın, Sakız’a gidip, İzmir’in EXPO adaylığı için destek istediği haberini okuyunca aklıma geldi.
Biz de 2000 yılında Yunanistan Cumhurbaşkanını ziyaret etmiştik.
Rahmetli Ahmet Piriştina ve Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın da bulunduğu kalabalık bir heyetle; Yunanistan’ın, o yılki İEF’de “onur konuğu ülke” olmasına yönelik talebimizin kabul edilmesini rica etmiştik.
Sayın Cumhurbaşkanı da, ardından gittiğimiz Atina Belediye Başkanı da gayet olumlu karşılamıştı isteğimizi.
Ne çare ki, olmadı.
Sakız Belediye Başkanı Polidoros Lamprinoudis ve Sakız Ticaret Odası Başkan Yardımcısı Vasilis Pappas da, Çeşme’den gelen heyete İzmir’in EXPO adaylığını desteklediklerini söylemişler.
Hatta Pappas, “Sakız Ticaret Odası olarak Başbakan Samaras’a mektup gönderdik ve İzmir’i desteklediğimizi belirttik” demiş.
Umarım çabalar sonuca ulaşır bu kez ve Yunanistan Başbakanı, Sakız’dan gelen mektubu okuyunca; Dubai’ye verdikleri desteği geri çeker!



Tek karelik futbol!

24 Eylül 2013 Salı

İster istemez çamura bulaştım! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 24 Eylül 2013


İster istemez çamura bulaştım!

O iğrenç “karikatür” nedeniyle, geçen hafta asabımız fena halde bozuldu.
Birazcık vicdanı, azıcık izanı olan insanlar; hop oturdu, hop kalktı.
Olan şuydu:
Salih Memecan “karikatür” kılıfının içinde sakladığı silahın tetiğine basmış, insan hayatını, iktidarın çıkarlarına kurban etmişti!
Bu pespaye çizgiyi köşeme taşımaktan hicap duyarım.
Ama görmeyenler için tasvir etmem gerekirse, adamın biri, karşındaki dört gence sırayla emir veriyor:
“Sen taş atacaksın, sen molotof kokteyli, sen barikat kuracaksın. Sen öleceksin.”
Aleme ibret olması için, Facebook’ta paylaştım bu rezil durumu.
Altına yazdığım “Yalakalık uğruna bu kadar mı dibe vurur insan olan?” yorumuyla.
Çığ misali tepki geldi.

* * *

Gelin görün ki, tepkilerden biri; hem şaşırttı, hem de üzdü beni.
Çünkü onu yazan kişi “aklı başında” olduğunu varsaydığım, “tanıdığımı” sandığım ve hatta “saygı duyduğum” bir AKP’liydi.
Burada adını anmaktan, “artık geçmişte kalan” saygım hürmetine imtina ediyorum şimdi.
Yine de çok merak eden, Facebook sayfama girer, arayıp, bulur kendisini!

* * *

Aramızdaki “gel-git” kendisinin yazdığı şu “tuhaf” cümle ile başladı:
“Memecan, Allahın bildiğini kuldan saklamamış.”
Vay be.
Hemen cevap verdim:
“Hocam işi karıştırmışsınız. Militanlarına ‘öl’ talimatını, iktidarın beslediği El Kaide militanları Suriye'de uyguluyor. Sizden beklenen insanların ölümleri ile ilgili alay edenlere karşı durmanızdır. Alkışlamanız değil. Ciddi biçimde hayal kırıklığına uğradığımı bilmenizi isterim. Ve tabii, Allah'ın bildiğini siz nereden biliyorsunuz, onu da merak ederim. Yoksa yeni Mesih geldi de haberimiz mi yok?”

* * *

O yazdı:
“Sayın HEPŞENKAL, olaylarda atılan molotof kokteylleri, taşların insanları öldürebileceklerini söylemek için mesih olmaya gerek yok. Nitekim, olaylarda ölenler de bu eylemlerin sonucunu göstermektedir. Kaldırım taşını söküp fırlatanlar ölüme sebep olmaz...”
Ben yazdım:
“Yüzlerce video izledim. Molotof atan bir avuç serseri… Polisin işi ne? Onları yakalasın. Üstelik molotof atanların ajan provokatör olmadığı ne malum!!! Ama Memecan gibilerin attığı çamurlar, toplumda molotoftan beter etki yapıyor. Ayrıca ben ‘ölen insanlardan’ söz ediyorum. Anlaşılan onlar umurunuzda değil.”
O yazdı:
“Ben karıncayı öldürmekten bile sakınan birisiyim. Bu değerlendirmede yanlışınız olduğunu düşünürüm.”
Ben yazdım:
“Eyleminiz ile söyleminiz tutarlı olmalı o zaman. Türkiye'deki olaylarda hayatını kaybeden insanların talimat aldıkları için öldüklerine gerçekten inanıyor musunuz? Memecan'ın kafalara kaktığı o. Böyle bir şey olabilir mi? Hangi akıl, hangi vicdan böyle sapık bir iddiayı ciddiye alır? Mesele iktidara yaranmaksa... Eyvallah. O zaman her yol mubah. Ama yine de ölen gençlerin yakınlarına sabır dilemek yerine, onları büsbütün kahretmek... Olacak iş değil!”

* * *

Sonra başkaları karıştı lafa.
İş büyüdü.
Tepkiler, öfkeye dönüştü.
O sustu.
Ben sustum.



Karikatür öyle çizilmez, böyle çizilir!



23 Eylül 2013 Pazartesi

Umut tabloları / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Eylül 2013


Umut tabloları

Karamsar mısınız, benim gibi.
Günlük yaşamınıza yönelik müdahalelerden, ülkeyi yönetenlerin azar ve aşağılamalarından, pervasızca süren kadrolaşmadan, polis devletine doğru gidişten, ekonomik sıkıntının giderek artmasından, savaş yanlısı bir siyaset güdülmesinden, Türkiye’nin düşmanlarının çoğalmasından, terörün yeniden başkaldırma ihtimalinden endişe mi duyuyorsunuz; benim gibi.
“Ne olacak bu memleketin hali?” sorusuna cevap aramaktan içinize fenalık mı geldi, benim gibi.
“İktidara gerçek manada aday ve alternatif bir siyasi parti ne zaman ortaya çıkacak?” arayışı, sizin de kafanızda dolaşmadık yer bırakmıyor mu, benim gibi.
Sakin olun.
Strese ve hele paniğe hiç gerek yok.
MetroPOLL Araştırma Şirketi’nin son “Türkiye Nabzı” araştırmasında iki sonuç var ki…
Onlar aslında birer umut tablosu.

* * *

31 ilde, toplam 1215 kişi ile gerçekleştirilen araştırmada sormuşlar ahaliye, “Önümüzdeki yerel ve milletvekili seçimlerinde farklı partilere oy verebilir misiniz?” diye.
Siz de görüyorsunuz işte.
Yüzde 47 “Evet” demiş:
“Evet, verebilirim.”
Diğer yanda “Hayır, vermem” diyenlerin oranı, yüzde 44 sadece.
Dikkat.
“Hayır” diyen, yüzde 44.
Ki onlar geçen seçime katılan siyasi partilere ve bağımsız adaylara oy vermişler.
AKP’nin aldığı yüzde 49,95 oy da, CHP’nin aldığı yüzde 25,94 oy da, MHP’nin aldığı yüzde 12,98 oy da, bağımsız adayların yani BDP’nin aldığı yüzde 6,58 oy da; o yüzde 44’ün içinde.
Bir başka ifade ile…
2011 yılında aldıkları oyun aslında ancak yarısına sahip bütün partiler.
Ya öteki yarısı?

* * *

Bu sorunun yanıtı da, ikinci tabloda beliriyor zaten.
Yine sormuşlar:
“Türkiye’de sizin de oy verebileceğiniz yeni bir partiye ihtiyaç olduğunu düşünüyor musunuz?”
Yüzde 45 “Evet” demiş.
Yeni bir partiye…
Evet. Evet. Evet.

* * *

Eh o zaman, herkes aklını başına alsın.
Halkın “yeni bir parti” beklentisi karşısında, bütün partiler kendilerini yeniden derleyip, toplasın.
Aksi halde…
Yeni bir parti “güneş gibi doğacak” tez vakitte.




İşte hayat

Geçen gün şöyle bir baktım etrafıma.
Ama alıcı gözle.
Ve dinledim.
Fakat dikkatle.
Hava sıcaktı.
Güneş bulutların arasına bir giriyor, bir çıkıyordu.
Uzaklarda bir yerde gök gürüldüyordu.
Kuşlar ötüyordu.
Hatta Ağustos’tan kalan böcekler bile.
Yandaki inşaat ise pata küte sürüyordu.
Yakın zamana kadar yaz aylarında “inşaat yasağı” vardı oysa.
İnsanlara birkaç ay kafayı dinleme fırsatı verilirdi.

Karpuz satanların bağrışlarına, hurdacı kamyonlarına; inşaata gelip, giden devasa beton dökücü araçların ve inip, kalkan çekiçlerin, balyozların sesi de karışıyor artık.
Hayat da böyle bir şey zaten.
İçinde acı-tatlı, iyi-kötü her şey var.

22 Eylül 2013 Pazar

Kadrolaşmaktan da beter! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 22 Eylül 2013


Kadrolaşmaktan da beter!

13 yıldır yayında olan “Memurlar.net” internet sitesi, gerçekten de hitap ettiği kitlenin sesi olmaya özen gösteriyor.
“Muhalif” bir çizgi izlemediği kesin.
Aksine “iktidara biraz daha yakın” duruyor.
Yine de yanlışa karşı tavır almaktan kaçınmadığı, yayınladığı “Kul hakkı yiyen Top 10'daki Bakanlar” listesinden belli.
Diyorlar ki:
“13 yıllık deneyimimize binaen, şu an için, adalet ilkesinden uzaklaşan, hak yiyen, insanlarımızı başkalarının kapılarında torpil aramak için köleleştiren sistemi bozmayan, bilakis bu sistemi kuramsallaştıran top 10'daki bakan değerlendirmemiz şu şekilde...”
Ve “1 numara” Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar:
“10 yıla yakın bir süre, TOKİ'de onun akrabası, bunun yakını, şunun torpillisi onlarca kişiyi işe aldı. Bu sistemi bakanlıkta uygulamaya çalışıyor. Objektif bir sistem olan merkezi KPSS tercihleri ile personel almaya yanaşmıyor.”

* * *

2 numarada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik var.
“Görevde yükselmelerde torpilli dönemin kapısı onun döneminde açıldı. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendisine bağlı olduğu dönemde, KPSS yazılı sınavına ilave olarak sözlü sınavı getirdi. Diyanete girecek adaylar müftülerin inisiyatifine bırakıldı.”
3 numara ise Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı:
“Memur alımlarını merkezi KPSS tercihleri dışına çıkardı. Şu an hem kendisi, hem müsteşar hem de diğer tüm elitler torpilli adam listeleriyle uğraşıyor.”
4’üncü Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in:
“Bakanlığa personel alımında sözlü sınav en temel değer. Zabıt kâtipliği gibi sadece uygulamaya dayanan bir unvana personel alınırken dahi sözlü sınav yapılmakta. Her kademeye torpil hakim.”
5 numarayı eski ve yeni Milli Eğitim Bakanları Ömer Dinçer ile Nabi Avcı paylaşıyor.

* * *

Liste Diyanetten sorumlu Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, eski ve yeni Sağlık Bakanları Recep Akdağ ile Mehmet Müezzinoğlu, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’la devam ediyor.
Son sıra yine iki bakana ayrılmış.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin ile Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’a…
Eleştirileri tek cümlede toparlamak mümkün aslında:
“Liyakat, en görmezden gelinen değer.”
AKP’nin Cumhuriyet tarihindeki en yaygın ve derin kadrolaşmayı uyguladığına zaten kuşku yok.
Ama bunun üzerine kadroların “liyakatsiz” kişilerden oluşturulduğu endişesi de eklenince…
Eyvah.


Hem savaş, hem seviş

Mademki memleketin dertleri yerine, başka ülkelerin derdi, dert oluyor iktidara…
Buyursunlar o zaman, Tunus İçişleri Bakanı Lutfi bin Ciddu’nun sözlerini dinlesinler can kulağıyla.
Bakan bin Ciddu, ülkesindeki kadınların “seks cihadı” için Suriye'ye gittiğini, burada İslamcı savaşçılarla ilişkiye girdiğini ve hamile kalarak Tunus'a geri döndüğünü söylemiş Tunus Meclisi’nde yaptığı konuşmada.
“20, 30, 100 militanla birlikte oluyorlar. 'Cihad el nikah' adına cinsel ilişkiye girdikten sonra hamile kalıp geri dönüyorlar” demiş.
Bir yanda El Kaide militanlarının zorla ırzına geçtiği Kürt kızları…
Diğer yanda “anlaşılan” yeni icat edilmiş “hem savaş, hem seviş” felsefesini temsilen militanların altına yatmak için Suriye’ye gönüllü giden Tunus kadınları!
Vay be.
Ne pis, ne iğrenç bir savaşmış bu böyle?


Tek karelik DURUM!



20 Eylül 2013 Cuma

İşte beklenen proje / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 20 Eylül 2013


İşte beklenen proje

Şu ana kadar aday adaylarının yaptıkları açıklamalar, dile getirdikleri vaatler, öne sürdükleri projeler… Kimse kusura bakmasın.
Beni tatmin etmedi.
Parklar, bahçeler yapılacak nasıl olsa.
Çöpler elbette toplanacak, yollar elbette asfaltlanıp, betonlanacak.
Kültür merkezleri, kurslar, pazaryerleri… Gençlere, kadınlara, yaşlılara, engellilere özel hizmetler…
Hepsi olacak.
Zaten aday adayları da bunlara ve birbirine benzer projeleri sıralayıp duruyor.
Haydi.
Gayret biraz.

* * *

Daha yaratıcı…
Daha heyecan verici…
Daha işe yarar…
Daha modern…
Daha iddialı bir projesi olan yok mu?
Tamam.
Kopya vereyim.
Sevseniz de, sevmeseniz de İsrail’e bakın örnekse.
Özellikle de Tel Aviv’e.
Şu haber dikkatinizi çekmedi mi yoksa?
“İsrail'in başkenti Tel Aviv'de, kablosuz internet hizmeti, belediye tarafından ücretsiz olarak sunulmaya başlandı.”
Farklı bölgelere yerleştirilen 60 wi-fi erişim noktası ile şehrin bütününde internete ücretsiz erişim sağlanmış Tel Aviv’de.
Kötüye kullanımları engellemek amacıyla hız ve içeriğe bazı sınırlamalar da getirilmiş haliyle.

* * *

Aday adayı olsaydım bir yere, bu iddiayı da hiç tereddütsüz ortaya koyardım.
Adaylığım kesinleşince de “bu işi nasıl yapacağımı” açıklardım.
Kabul.
İş zor.
Fakat imkânsız değil.
Özetle mesele…
Var olan imkânları derleyip, toplayarak; güçlü bir organizasyon kurmak.
Eh.
Bunun için zekâ lazım mı?
Lazım.
İyi bir yönetici olma vasfı lazım mı?
Lazım.
Cesaret lazım mı?
Lazım.
Dolayısıyla sağlam bir liderlik iradesi lazım mı?
Lazım.
“Başkan” denilen kişinin bu özelliklere sahip olması lazım mı?
Lazım.
Madem öyle…
Partilerin de adaylarını belirlerken, bütün bunlara dikkat etmesi lazım!


Eyvah, gelmiyor

Ne güzel hazırlamıştık kendimizi.
Sayın Başbakan 12 Ekim Cumartesi günü İzmir’e gelecekti.
Sivil toplum kuruluşları ile yemekte buluşacak, hasret giderecekti.
Bu arada ben de “Ak Balıkçıl Kuşlarını Koruma ve Geliştirme Derneği” temsilcisi olarak araya karışıp, kendisini dinleyecek ve irşad olacaktım.
Ertesi gün ise Gündoğdu Meydanı’nda halka hitap edecekti Büyük Usta.
AKP’nin İzmir’deki 300 küsur bin üyesi başta, milyona yakın insan toplanacaktı orada!
Herkesi mest edecekti yine.
Memleket ne halde?
Ülke nereye gidiyor?
İlk ağızdan duyacaktık ne var, ne yoksa.
Yazık.
Olmadı.
Yoğun programı nedeniyle, gelmekten vazgeçmiş İzmir’e.




Tek karelik 2023!

19 Eylül 2013 Perşembe

300 bin Suriyeli nerede? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 19 Eylül 2013


300 bin Suriyeli nerede?

Dışişleri Bakanlığı, Twitter hesabından peş peşe şu mesajları paylaşmıştı:
“Geçici barınma merkezlerinde bugüne kadar 5,638 Suriyeli bebek dünyaya gelmiştir.”
“Toplam 45 bin Suriyeli öğrenci eğitimlerine ülkemizde devam etmektedir.”
“Ülkemizdeki Suriyeli sığınmacıların sayısı toplamda 500 bini aşmıştır.”
“Ülkemizde halen 20 ilimizdeki 20 geçici barınma merkezinde 200 bini aşkın Suriyeli misafir edilmektedir.”
Türkiye’deki Suriye vatandaşlarının sayısı hakkında iddialar farklı oysa.
500 binden çık yukarıya.
Hele bir 700 bine gel, üzerini tartışırız!

* * *

Şahsen ülkemin Dışişleri Bakanlığı’na güvenmek isterim. Onlarının beyanını ve açıkladığı rakamı kabul ederim.
İyi de…
O zaman bile 500 bin Suriyeliden 200 bini geçici barınma merkezlerinde ise geri kalan 300 bini nerede?
Aziz ve muhterem Dışişleri Bakanlığı… Madem bir açıklama yaptınız, bari tam yapınız. “300 bin Suriyeli nerede?” sorusunu da cevaplayınız.
Nerede bu insanlar?

* * *

Soru önemli zira “verilmeyen cevabın içine gizlenmiş olacağından kuşku duyulan” çok daha vahim başka iddialar var.
Denir ki:
“Suriyeliler, seçimlerde oy kullansın, diye; TC vatandaşı yapıldı ve iktidar açısından kritik illere seçmen olarak yerleştirildi.”
4 Eylül’de “Bilgi Edinme Kanunu” kapsamında, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’ne bu kuşkuyu doğrulayacak veya yalanlayacak sorular yönelttim.
Henüz cevap yok.
Öyleyse İçişleri Bakanlığı’na açıktan soralım bu kez:
-       Son bir yılda kaç kişi TC vatandaşı yapıldı?
-       Bu kişilerin uyrukları nedir?
-       Yine bu kişilerin Türkiye’deki ikametgâhları hangi illerin, ilçelerindedir?

* * *

Merak işte.
Acaba Suriye uyruklu yeni TC vatandaşı var mı Ege’de?
Varsa, eminim hiçbiri Karşıyaka, Balçova, Çeşme, Foça, Kuşadası, Söke, Ayvalık, Marmaris gibi ilçelerde kayıtlı değildir. Ya nerededir?
Yine acaba, bu ve benzeri soruların yanıtını merak etmiyor mu CHP’li milletvekilleri?
Yoksa merak edip, sordular da, ben mi fark etmedim?
Olabilir tabii.
İnsanlık hali!


Fena halde sarsıldık!

Türkiye Gazetesi bir güzel süslendi, püslendi, yenilendi.
İlk günden, manşetiyle de ortalığı hareketlendirdi:
“AK Parti’de iki kadın ajan… İran’ın böcekleri Başbakanlık’ta… Ajanlar partinin kurucuları arasında…”
Haber “hızla” yalanlandı Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ tarafından.
Gazetenin yayın yönetmeni Nuh Gönültaş, yapılan uyarının hızıyla uyumlu şekilde gün bitmeden gazetesinin haberini değiştirdi:
“Manşetimizle ilgili düzeltme: Bahsi geçen kadınlar kurucu üye değil, kuruluşta yer almış kişilerdir. Töhmet altında kalanlardan özür dileriz.”
Baktım, haber dün sürmanşet olmuş bu kez.
En tepeye de “Haberimiz gündemi sarstı” demişler.
Sarstı gerçekten.
Ama gündemi değil…
Medyanın gittikçe azalan itibarını sarstı.
Ve bu skandalın yandaş medyada yaşanması, üzüntümüzü hafifletmeye yetmiyor!


Tek karelik 5x5 kardeş!



17 Eylül 2013 Salı

Tokat atan o el! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 17 Eylül 2013


Tokat atan o el!

Velev ki, memleketin Gençlik ve Spor Bakanı’yım.
Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu 12 Eylül günü bir twit atıyor hakkımda:
“Ankara'da AK Partililer şunu konuşuyor; Başbakan Erdoğan iki hafta önce Bakan Suat Kılıç’a (yani bana) tokat atmış. Bu doğru mu?”
İki gün sonra, temel atma ve açılış programlarına katılmak üzere bugün Amasya’nın Merzifon ilçesine gidiyorum.
Önce Belediye Başkanı Mehmet Kadri Aydınlı’yı makamında ziyaret ediyor, ardından bakanlığımın Merzifon’a yaptığı yatırımlar hakkında bilgi veriyorum.
Gazeteciler rahat durmuyor.
Baransu’nun yazdıklarını soruyor.
Ben de kendime soruyorum:
“Ne yaparım bu durumda?”

* * *

Eğer “yalansa” yazıp, söylenenler; kimsenin soru falan sormasını iki gün beklemezdim zaten.
Anında uçardım Mehmet Baransu’nun üzerine.
Tokat mı?
Al sana tokat.
Hem de Osmanlı cinsinden!
Yanlış anlaşılmasın.
Fiziki olarak tokat atmaktan söz etmiyorum.
Onu doğduğuna pişman edecek o kadar çok enstrüman var ki, hepsi de tokattan beter!

* * *

Hadi kendimi değil de, başbakanı düşünüp, sustum.
Ya o soru?
“Başbakan size tokat attı mı?” diye sorulduğunda, nasıl “Bunlar lüzumsuz” demekle yetinir ve susardım!
Attığım naranın sesi Ay’dan yankılanır, masaya vurduğum yumruğun şiddetinden ortalık sallanırdı:
“Heyyt… Herkes aklını başına alsın. Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakanıyım. Burası aşiret devleti mi? Burası şeyhlik mi, şıhlık mı? Kim kime tokat atıyor? Bunu yazan yalancıdır, şerefsizdir, ahlâksızdır. Çünkü hem bana, hem de dünyanın en demokrat lideri Sayın Başbakan’a hakaret etmekte, iftira atmaktadır. Şunu iyi bilin, bunun hesabı iki cihanda sorulacaktır.”

* * *

Velev ki, memleketin Gençlik ve Spor Bakanı’yım.
Taraf Gazetesi yazarı Mehmet Baransu’nun yazdığı ise doğru.
Yine kendime soruyorum:
“Ne yapardım?”
Bir kere Baransu, “Başbakan, Gençlik ve Spor Bakanı’na tokat attı” diye yazmazdı, yazamazdı zaten
Ancak “Başbakan, Gençlik ve Spor Bakanı’na tokat atmaya kalkıştı” diye yazardı.
Çünkü bana tokat atmaya kalkan “o el” var ya, o el…
Daha havadayken yakalanır ve kırılırdı.


Antakya’ya gitme zamanı

Fuar kapandı, gitti; bir türlü fırsat olmadı yazmaya.
Oysa İzmir Fuarı’nda gerçekleştirilen “Özgür Mikrofon Söyleşileri”nin konuğu olan Enver Aysever’in, “Başkan Kocaoğlu’nun Diyarbakır gezisi çok önemli. Ben isterim ki, Başkan kalksın Antakya’ya da gitsin. Oradaki insanların da koluna girsin. Antakya Belediye Başkanı’nı da buraya çağırsın ve desin ki ‘Barış kentine hoş geldin. Sen barış kentinin belediye başkanısın, orada savaş olmaz’ desin” şeklindeki çağrısı önemliydi.
Sadece Suriye sınırında olduğu, bu nedenle yaşadığı sıkıntılar nedeniyle değil…
Sürekli olarak kaşındığı için açılan yaraların bir türlü kapanmadığı bir yer orası.
Dolayısıyla Hatay’la, Antakya ile “dayanışmanın” da tam zamanı.
Kocaoğlu, tıpkı Diyarbakır seferi gibi bir çıkarmalı yapmalı.
O zaman dediğimi tekrarlıyorum:
Gidecekler arasına beni de yazın.


Tek karelik beş kardeş!