31 Temmuz 2013 Çarşamba

31 Temmuz olmadı, 2 Eylül verelim / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 31 Temmuz 2013


31 Temmuz olmadı, 2 Eylül verelim

Olur ya… “Umumi arzu üzerine iki temsil daha” verir tiyatro kumpanyaları. Veya “İndirimli satışlarımız umumi arzu üzerine bir hafta uzatılmıştır” der mağazalar. Ya da herkes işi son dakikaya bırakır “vergi ödemede, okula kayıt yapmada” süreler uzatılır.
CHP’nin ki de bunlara benzedi biraz.
Önce Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökhan Günaydın, aday adaylığı için son başvuru tarihinin 31 Temmuz’dan 19 Ağustos’a ertelendiğini “Yoğun bir talep var” diyerek açıkladı:
“İnsanlar belgelerini toplayamamaktan ve başvurularını yetiştirememekte şikayet ediyorlar. Bu talepleri haklı gördük, süre uzatımının yararlı olacağını değerlendirdik.”

* * *

Mazeret ilginç.
Belge toplayamamak…
Başvuruyu yetiştirememek…
Pardon yani.
İstenen belgeleri günümüz koşullarında toplamak, insanın iki saatini alır en fazla.
Bunun üzerine bir de “kısa özgeçmiş” yazacaksın.
Hepsi bu.
Hadi ben 5 dakikada yazarım da özgeçmişimi, başkası 5 saatte yazsın!
Cebine de koydun mu iki bin veya beş bin lirayı, yapacak tek iş kalır geriye…
Nereden aday olacaksan, oradaki CHP ilçe başkanlığına gitmek.

* * *

Demek isterim ki, başvuru süresinin uzatılması için öne sürülen mazeret; en başta CHP’li aday adaylarına, bir nevi hakaret!
Bir kez daha, pardon yani.
Başvuru dosyasını 31 Temmuz’a kadar teslim edemeyen birine, biz nasıl güvenir de, şehirlerimizi teslim ederiz!

* * *

Biliyorum tabii.
Meselenin aslı, başka neden ve endişelere dayanıyor.
Birincisi, inceden “hesap kitap” yapanlara tarih erken geldi. Çünkü alışmışlar “son dakika” gollerine!
Daha da önemlisi, geçen gün dikkat çektiğim tehlike.
Lütfen hatırlayın, Pazartesi yazdığım şu cümleleri:
“1 Ağustos’tan itibaren aday adayları arasında öyle bir mücadele başlayacak ki…
Allah vermeye!
CHP hızlı davranmaz da, işi uzatırsa; sahip olduğu avantaj, elinde patlayan silah oluverir bir anda.”
CHP yönetimi bence bu tehlikenin gerçekleşme ihtimalinden, kısa sürede adayları belirleyememekten çekindi.
Onun için de Gökhan Günaydın’ın açıkladığı “19 Ağustos” tarihi bile tedirginliği gidermeye yetmedi.
Son başvuru günü daha da ileri bir tarihe, 2 Eylül 2013 pazartesiye ertelendi.

İzmir’in zirvesi sakin

İzmir Valisi ile Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu münakaşa etti mi, etmedi mi?
Belli.
Bir şeyler olmuş.
Bugün jeotermal konusunda olur.
Yarın başka bir nedenden olur.
Hayatta böyle şeyler olur zaten.
Bırakın bir Vali ile Belediye Başkanını, baba ile oğlu bile münakaşa eder yeri geldiğinde.
Önemli olan, daha sonra ne olduğudur.
Taraflar olayın üzerine üzerine gidip, işi alevlendiriyorsa, kötü.
Yapılması gereken sorunu tatlıya bağlamaktır bir şekilde.
İzmir’de de olan bu.
Ve Vali Toprak’ın şu sözleri:
“Devletin ve devletin kurumlarının kavga etme, münakaşa etme lüksü olamaz.”
Aman diyeyim, Başbakan ne yaparsa yapsın, ne kadar “kötü örnek” olursa olsun; hiç unutmayın bunu.


Çok kanal, tek ses!




30 Temmuz 2013 Salı

Adı Aylin / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Temmuz 2013

Adı Aylin


Amerikan Kız Kolejini bitirdikten sonra, eğitimini tamamlamak üzere Paris'e gitti. Libyalı bir prensle evlendi, prenses oldu.
Tıp okudu, ünlü bir psikiyatrist oldu.
Tekrar tekrar evlendi ama evliliklerinden hep sıkıldı.
Amerikan ordusuna girdi, albay rütbesine kadar yükseldi.
Ve sonra bir gün…
19 Ocak 1995 Perşembe günü, evinin bahçesinde, o sabah evini temizlemeye gelen hizmetçisi tarafından, kendi arabasının altında ölü bulundu. Üstünde ve etrafta nasıl öldüğüne dair hiçbir iz yoktu.
Bir hırsızın saldırısına uğramış değildi. Bir katille boğuşmamıştı. Elbisesi yırtılmamış, tırnakları kırılmamıştı. Çorapları bile kaçmamıştı.
Otopsi raporuna göre, iki gün önce, Salı gecesi ölmüştü.
Adı Aylin’di.
Aylin Radomisli Cates.

* * *

Ayşe Kulin’in “Adı Aylin” adlı romanını 1999 yılında okumayan kalmamıştı. Hikaye müthişti. Çünkü gerçekti.
Şimdi yeni bir Aylin’imiz var.
Sonu benzemesin ve Allah uzun versin, Aylin Kotil’in hayatı da çok renkli.
Annesi Alman asıllı. Babası, İstanbul’un eski belediye başkanlarından Aytekin Kotil’in kardeşi.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nden mezun olduktan sonra eğitimine ABD’de devam etti.
1993 yılında, henüz 22 yaşında iken Türkiye’nin “en ilginç siyasi figürlerinden” Mustafa Sarıgül’le evlendi. 2008 yılında ayrıldı.

* * *

Aylin Kotil’i asıl gündeme taşıyan ise 8 Temmuz’da başlayıp, 19 gün süren yürüyüş oldu.
Günde 24 km. yol alarak, 19 günde İstanbul’dan Ankara’ya ulaşırken; yola çıkış amacı olan “seçim barajının kalkması” talebinin yanı sıra güncel olaylara yönelik çeşitli mesajlar verdi.
Özellikle Twitter’da bir fenomen haline geldi.
Herkes onu “bir yerde” görmek istiyor şimdi.
Örnekse…
İstanbul’un önemli ilçelerinden birinde, belediye başkanı olması gibi!

* * *

Ha. Seçim barajı mı?
O yerinde duruyor ve duracak.
Başbakan “baraja dokunmamakta” kararlı.
Hayret aslında.
Madem oyunuz yüzde elli…
Barajı kaldırmaktan neden korkarsınız ki?



Dedim ki…

Amerikan filmlerine yasak konsun.
Sean Penn "persona non grata" ilan edilsin.
Oscar töreni TV'den yayınlanmasın.
Kırmızı halı pembe olsun!

* * *

George Clooney aramış Abdullah Gül'ü...
“Rezil ettiniz beni” demiş!

* * *

Baskı ve şiddet uygulayan zalimler yüzünden insanlar ölüyorsa eğer, orası yeryüzü cehennemidir.
Ve o zalimler, elbet bir gün yaptıklarının hesabını verecek, cezasını çekecektir.

* * *

30 kanaldan “tek ses” çıkıyorsa, orada demokrasi yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur yoktur

* * *

Hiçbir diktatörün kapısında “diktatör” yazmıyordu.
Ama dünya onlara “diktatör” diyordu!


29 Temmuz 2013 Pazartesi

Gel 31 Temmuz gel / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 29 Temmuz 2013

Gel 31 Temmuz gel

Yarın Temmuz’un 30’u, ertesi gün ise büyük gün CHP için.
Saat 17’yi gösterdiğinde, kimler, nerelere aday olmuş belli olacak Türkiye’nin her yerinde.
Bir de kuralları, koşulları belli bir önseçim olsaydı keşke!
Ama yok.
Onun için de 31 Temmuz akşamı açıklanacak listelerde adı yer almayanların da, “aday olma ihtimali” var son ana kadar.
Kimi yerde aday adayları “yetersiz” görülecek belki.
Kimi yerde rekabet kavgaya dönüşecek, bu nedenle aday adaylarından birini tercih etmek sıkıntı yaratacağından farklı bir isim aranacak.
Kimi yerde “eş, dost, hısım, akraba” araya girecek her zaman olduğu gibi.
Dedim ya…
Keşke kuralları, koşulları belli bir önseçim olsaydı da, herkes kaderine razı olsaydı sonuçta.

* * *

Yine de CHP öteki partilerden bir adım önde giriyor seçim sürecine.
Amma velakin zamanı doğru kullanmak şart.
Bakın şimdi.
1 Ağustos’tan itibaren aday adayları arasında öyle bir mücadele başlayacak ki…
Allah vermeye!
CHP hızlı davranmaz da, işi uzatırsa; sahip olduğu avantaj, elinde patlayan silah oluverir bir anda.
Ve zaten hiç anlamam.
Adayları açıklamak için, neden “son dakika” beklenir?

* * *

Oysa…
Adayın iyiyse, yamuğu yumuğu bulunmuyorsa; ne beklersin, hemen açıkla.
Hele bir önceki seçimde geride kaldığı illerde, ilçelerde; partilerin, hiç zaman yitirmemesi gerekiyor aslında.
Aday belli olacak ki, mümkünse kapı kapı dolaşıp, aradaki farkı kapatmaya çalışacak.

* * *

Örnekse…
CHP’nin Ankara ve İstanbul’da, AKP’nin İzmir’de hem Büyükşehir, hem ilçe belediye başkan adaylarını belirlemesi için “yarın” bile geç!
Örnekse…
Balıkesir, Denizli, Manisa ve Uşak’ta AKP avantajlı gibi görünüyor.
Madem öyle, CHP ve MHP bu illerde hemen harekete geçmeli.
Aynı durum Aydın, Çanakkale ve Muğla’da AKP için geçerli.
Biliyorum, ne desek boşuna.
Bazılarında son dakikaya kadar “can” çıkar, “huy” çıkmaz!



Dedim ki…

“2013 yılı 1. yarıyıl hesap işletim ücreti” adı altında 48,69 TL parama el koyan Banka, size Başbakanın bir şey yapacağı yok ama benden korkun!

* * *

Parlamento tarafından kabul edilen yasa ile artık cumhurbaşkanına küfretmeyi dahi suç unsuru olarak değerlendirilmekten vazgeçen Fransa, çok ileri gitti…
Bu kadar da “ileri demokrasi” olmaz ki!

* * *

“Hamile kadım sokakta gezmesin diyen” ve kendine “tasavvuf düşünürü” namını münasip göre Ömer Tuğrul İnançer, bu lafı etmeden çok mu düşünmüş acaba?

* * *

Görme engelli olanların hiç değilse gönül gözü ardına kadar açık.
Vah ki, bütün duyuları körleşip, kula kulluk edenlere...

* * *

TÜRK-İŞ'in yaptığı araştırmaya göre açlık sınırı…

Tam emekli maaşım kadar!

28 Temmuz 2013 Pazar

CHP, Gürün’le devam etmeli / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 28 Temmuz 2013


CHP, Gürün’le devam etmeli

Aylar önce Muğla’ya giderken, hesap zaten belliydi.
Ve bu hesabı şöyle yapmıştım o zaman:
“Bir il merkezi düşünün ki, üç ilçesi kendinden büyük. Hele biri, ‘iki misli’ neredeyse.
İşte o il. . .
Muğla.
Bir il merkezi düşünün ki, son yerel seçimdeki seçmen sayısı 43 bin 420. Oysa gelecek seçimde, Muğla ‘büyükşehir’ olunca,  603 bin 985 kişi oy kullanacak.
İşte o il. . .
Muğla.
Aradaki farkı hesaba vurduğunuzda, akıllar da tavana vuruyor.
Çünkü Muğla Belediyesi adının arasına ‘Büyükşehir’ girince, Muğla tam 14 misli büyüyor.
Büyükşehir belediyesi olan tüm illere baktım.
Hiçbir yerde bu çapta bir artış yok.
Muğla ‘açık ara’ rekortmen!”

* * *

Aman dikkat. Muğla’daki sorun “seçim kazanmanın” çok ötesinde.
Asıl marifet seçimden sonra şehrin bütünlüğünü sağlamak için yapılacak işlerde.
Onun hazırlığının ise şimdiden yapılıyor olması gerekiyor.
Kim yapacak bunu?
Görevin ve sorumluluğun büyüğü, elbette, seçilecek Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı’nda olacak.
Ve yine elbette…
“Başkan” olmak için, önce “aday” olmak zorunda o kişi.
Soruyorum:
Kim o kişi?

* * *

Sandık kurulmadan, seçmen gidip oyunu kullanmadan ve sonuçlar açıklanmadan yazıp, konuşmak doğru değil.
Tamam da…
Bir de “görünen köy” durumu var.
Muğla’da ise görünen, CHP’nin Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazanacağı.
Derim ki:
CHP adayını en kısa sürede açıklamalı.
Ve yine kişisel görüşüm, bu aday halen Muğla Belediye Başkanı olan Osman Gürün olmalı.
Kendisi iyidir, hoştur ayrı mesele.
Öncelikli mesele, Muğla’yı “büyük” veya daha doğrusu “bütün” şehir yapmada, onun tecrübesine ve bilgisine ihtiyaç var.

* * *

Zaman hızla geçiyor.
Hele bundan sonra, eskilerin deyimiyle “seçim sathı mailine” girildiği için; önümüzdeki sekiz ay da bir bakacaksınız geçivermiş ve seçim günü gelivermiş.
Her kademede “sorumluluk” sahibi olan herkesi uyarıyorum.

Belediyelerin “bütün şehre dönüşeceği” her ilde boşa geçirilen her gün, o şehre yapılan en büyük kötülüktür.

26 Temmuz 2013 Cuma

Cümleten müebbet hapis! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Temmuz 2013


Cümleten müebbet hapis!

Cumhuriyet savcılığından emekli olan ve halen Adalet Akademisi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Mehmet Yücesoy, günümüz Türkiye’sinde tam da “Başsavcı” olacak biri.
Yazık.
Neden emekli olmuş ki?
İktidarın yerinde olsam derhal çaresini bulup, onu bu makama getirir veya en azından “özel yetki” verirdim.
O da Gezi eylemlerine katılan “kim var kim yoksa” haklarında açardı davayı hemen:
“Bazı kişiler elinde sopalarla, taşlarla maskelerle, molotof kokteylleriyle, değişik yasa dışı örgüt bayrak ve flamalarıyla; yakarak, yıkarak meydanlarda boy gösterdiler. Bu cebir ve şiddettir.” 
Öyleyse…
“TCK'nın 312. Maddesi uyarınca ‘cebir ve şiddet kullanarak hükümeti ortadan kaldırma' suçu oluşmuştur.”
Eh.
Böyle bir suçla itham edilmenin cezası ise malum:
“Ağırlaştırılmış müebbet hapis.”

* * *

Ne güzel değil mi?
Çoğu Ergenekon davasını hararetle desteklemiş ama sonradan muhalifler arasına katılanları da aynı suçun mahkûmu yaparak, canını sıkan herkesi, topla dalga dalga.
Sen şu tviti attın, sen bu konuşmayı yaptın, sen oraya gittin, sen şununla şurada muhabbet ettin; yallah içeri!

* * *

Eski savcı bey TRT ekranında anlatınca neler yapılması gerektiğini, sunucu da sormuş:
“Siz görevde olsaydınız böyle bir dava açar mıydınız?”
Eski savcı bey “Evet” demiş hararetle:
“Özel yetkili görevde bulunan cumhuriyet savcılığı makamında bulunan bir savcının böyle bir durumda kesinlikle işlem yapması gerekir.”

* * *

Ne de olsa Ergenekon’da sona doğru yaklaşılıyor.
Oradaki hesabı kestikten sonra, hem yeni bir meşgale lazım arkadaşlara, hem de en ağdalısından gözdağı vererek muhtemel olayların önünü kesmek.
Bu arada hak, adalet, özgürlük…
Onlara ne olacak?
Onlar “eskiden” gerekliydi bugünün iktidar sahiplerine.
Epeydir işleri bitti hak, adalet, özgürlükle.
Bu kavramlar “falan, filan” oldu artık.
Ve zaten manzara çok açık…
Mehmet Yücesoy gibi hukukçular oldukça, demokrasinin sırtı yerden kalkmaz ama iktidarın da sırtı yere gelmez!



Yapmayın, ayıptır

İsmi uzun…
Ege ve Batı Akdeniz Sanayi İşadamları Dernekleri Federasyonu.
Hadi kibarlık yapalım ve “iktidar yanlısı” demeyelim ama “iktidara yakın” bir kuruluş oldukları su götürmez.
Haliyle kendilerinden, örneğin Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın aldığı bir kararı, yaptığı bir planı eleştirmeleri beklenemez.
O nedenle de, şöyle diyorlar zaten:
“İnciraltı’nda yapılan imar düzenlemesine ilişkin eleştirileri şimdi yapmayalım. Oylamadan sonra konuşuruz.”
Nasıl yani, göz göre göre EXPO hakkında karar verecek insanları kandırmamızı mı öneriyor bu arkadaşlar?
Ayıptır.
Oylamaya giderken “plan bu” oylamadan sonra “plan şu” mu denilecek, dünyaya?
Durun bir dakika.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı marifetiyle İnciraltı’nın “altını üstüne getirmek” gibi bir durum varsa ortada, bunun düzeltilmesi için neden beklenir? Ülkemin ve şehrimin zor duruma düşürülmesi niçin istenir?
Hemen, bugün düzeltirsin yanlışı, olur, biter!


25 Temmuz 2013 Perşembe

Gammaz komşular aranıyor! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Temmuz 2013


Gammaz komşular aranıyor!

Bekliyorum. Başbakanın ısrarlı çağrılarına uyarak “beni gammazlayacak biri çıkar mı” diye.
Karanlık bir pencerenin ardına gizlenmiş, adeta pusuya yatarak düşmanını beklercesine fırsat kollayan bir ucube; “Bu adam var ya bu adam, tencereye aldı eline vurdu dibine” der mi acaba?
Gerçi bizim oralarda böylesine “tıynetsiz” insanlar yaşamaz ama…
Olsun.
Her ihtimale karşılık bekliyorum.
Aslında ve yalnızca bizim oralar değil, ülkemin hiçbir köşesinde hiç kimse tencere, tava çaldığı için komşusunu ihbar etmez.
Bunu “zül” sayar.
Yani, o kadar alçalmaz.

* * *

Ve insanlar, yüz yüze bakar.
Bugün komşusunu “tencerenin dibine vurduğu” için ispiyonlamayı aklından geçiren kişi bilir ki…
Bugünün, yarını da var.
Hepsi bir yana, derler ya:
“Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.”
Muhtaç olmak, lafın gelişi elbet.
Esas olan bir mahalledeki, bir sokaktaki, bir apartmandaki yardımlaşmadır, dayanışmadır…
Hep var olduğu ve olacağı gibi!

* * *

Yine de sahada çalışan gazeteci arkadaşlarımız, özellikle de polis-adliye muhabirleri şu aralar tetikte olmalı.
Türkiye’den kaç adet “gammaz, ispiyoncu, muhbir, jurnalci” vatandaş çıktı, çıkacak; bu hesap bir şekilde tutulmalı.
Başbakanın kışkırtma çabalarına 77 milyon kişi arasından itibar edeceklerin sayısı eminim çok sınırlı kalacaktır.
Fakat ille de daha etkili sonuç almak istiyorsa, başka şeyler yapmak zorunda Başbakan.
İstanbul’dayken Üsküdar Kısıklı’daki; Ankara’dayken Keçiören’deki evinin çevresinde tencere tava çalanlar mutlaka olmuştur.
Hadi öyleyse…
Kendisi ihbar etsin komşularını önce.
Örnek olsun, peşinden gitmek isteyenlere!

* * *

“Emir kulu” olmak da bir yere kadar.
Artık lafla peynir gemisi yürümüyor, üstelik bir grup insanı “promosyona” fena halde alıştırmışken!
Tamam işte.
Düzenlesin bir kampanya:
“Tencere tava çalan komşusunu gammazlayana, tencere tava takımı hediye!”
Belki o zaman…
Harekete geçenler olur!


Dedim ki…

İzmir'de tutuklananların sayısı 49.
İstanbul'dan fazla.
Pardon…
Gezi Parkı İzmir'de miydi yoksa?
Ve bu arada İzmir Valisi'ne tüm saygımla, tekrar soruyorum:
Eli sopalılara ne oldu? Onlar da mı Fas'a kaçtı?

* * *

12 Eylül'de, 28 Şubat'ta faturayı askere kestik, rahat ettik.
Bugün gördük ki, takunya postalı dövermiş.

* * *

“Yalanın kölesi değil. Gerçeğin efendisi ol. Biz geziden önce de vardık” diyen Şafak Sezer’e cevabımdır:
“Gerçek dik durur. Eğilmez. Bükülmez. Gerçek, neyse odur. Değişmez.”

* * *

Diyanet İşleri Başkanı "Elimizde görüntüler var" diyor, Başbakan gibi.
Varsa, yayınla.
Ama tehdit eder gibi konuşma.
Yine Başbakan gibi.

* * *

Sömüren olacağına…
Kemiren ol!


24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bayram bizim neyimize! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 24 Temmuz 2013


Bayram bizim neyimize!

Bugün bayrammış.
Gazetecilerin bayramıymış.
Hadi be.
Dalga mı geçiyorsunuz, ne bayramı!
Uyarıyorum.
Kimse beni arayıp “Bayramın kutlu olsun” falan demesin, fena bozarım.

* * *

Bayram, sevinçtir.
Bayram, mutluluktur.
Bayram, coşkudur.
Bayram, kucaklaşmadır.
Sorarım.
Bütün bunlardan hangi birine sahip, gerçekten hangisini yaşıyor; gerçek gazeteciler?
Kim sevinçli?
Kim mutlu?
Kim coşkulu?
Hani, nerede birbiriyle kucaklaşanlar?

* * *

Aslında kucaklaşma var bir yerde.
Cezaevlerinde!
Daha dün CHP, üç milletvekili tarafından hazırlanan “Tutuklu Gazeteciler Raporunu” açıkladı.
Okuyun lütfen.
Ama en azından şu kadarını bilin:
“Son tespitlerimize göre Nisan 2013 tarihi itibariyle cezaevlerinde gazetecilik faaliyetlerinden dolayı tutuklanmış ve hüküm giymiş gazeteci sayısı 65’tir. Ülkemiz Sınır Tanımayan Gazeteciler Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 2005’te
98. sıradayken, 2012 yılında 148. sıraya gerilemiş ve şu an 154. sırada bulunmaktadır.”

* * *

Ve dahası, size şunu da söyleyeyim.
Sanır mısınız ki, dışarıdaki gerçek gazetecilerin büyük çoğunluğu özgür.
Onların tutsaklığı, belki içeridekilerden beter!
İşinden istifa etmek zorunda kalan, kovulan gazetecilerin sayısı her gün artıyor.
Çalışanlar ise diken üzerinde.
Sıranın kendisine gelmesini bekliyor.

* * *

Diğer yanda “mutlu ve mesut” olan bir “kitle” var elbet.
Normal koşullarda mesleki yetersizliklerinden ötürü adım atamayacakları kapılardan içeri “mehter marşı” eşliğinde giriyorlar.
Onlar…
AK Medya mensupları.
Bayramları kutlu olsun!



Dedim ki…

“Gezi olayının Mayıs'ta çıkması manidardır” diyen Başbakanın her sözüne bir mani yazası geliyor insanın.
Ama her seferinde sağduyu mani oluyor!

* * *

İnsanlara sevgi ve anlayışla yaklaşmak yerine, ateşin düştüğü yüreklerdeki yangını TOMA'nın suyu ile söndürmeye çalışmak…
Akıllarda zarar, vicdanlarda isyan yaratır.

*  *

"Çal kanunum çal
Derdini söyle bana"
Söyle bakalım efendi hazretleri…
Bu da mı yasak?

* * *

Bayrakçı Ali 'ye 7 yıla kadar hapis isteniyormuş.
Ah ulan Ali.
Türk Bayrağı yerine Mısır bayrağı satsan, kılına dokunan olmazdı.

* * *

Her nerede insanlar hunharca öldürülüyorsa, katillere lanet olsun.
Önce kendi ülkesindeki katillerin peşine düşmeyene de...

Yazıklar olsun!

23 Temmuz 2013 Salı

İnciraltı… CISSS! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Temmuz 2013


İnciraltı… CISSS!

İzmir önemli bir yol ayrımının eşiğinde. İzmirli ciddi bir karar vermenin, tavır almanın ve hatta gerekirse Gezi Parkı’nda yaşanan direnişin daha da güçlüsünü ortaya koymanın arifesinde.
Teknik ifadelerle bulanan zihinler berraklaştı artık.
Mesele anlaşıldı, durum netleşti.
İzmir Mimarlar Odası Başkanı Hasan Topal “söyleyeceğini söylemişti” zaten.
“Şimdi yeni bir plan yaptılar ve İnciraltı'na yaklaşık 300 bin metrekarelik bir alışveriş merkezi de koydular. Bu Balçova'daki bütün AVM'leri yan yana koysanız bile hepsinden daha büyük bir alan” demişti.
“İzmir'in Kent Ormanı'nda yapılacak bir EXPO'ya ihtiyacı yoktur. Karar vericilerin İzmirlilere verdikleri söze sadık kalarak İnciraltı'nda kara tarafındaki yüzde 40'lık alanda EXPO yapmaları gerekiyor” demişti.
“İzmir 2020 EXPO'sunun teması sağlık. Sağlık temalı bir EXPO yaparken kent ormanını yok ederek yapamazsınız. Sonuçta, EXPO araç olarak kullanılıyor ve İnciraltı imara, yapılaşmaya açılıyor” demişti.

* * *

Ve bu kez İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, İnciraltı’nın değiştirilen planı hakkında, “şehir halkı” adına kararını açıkladı:
“Ya son derece cahiller. Hiçbir şey bilmiyorlar. Dünyadan haberleri yok. Ağaçtan, hatta yapraktan da anlamıyorlar. Bu kadar cahil insanlar tarafından yönetilmek ayrı bir acı. Ya da 1250 dönüm alanı planlamak, ranta açmak için kasten EXPO’yu kullanıyor olabilirler. Türkiye’de sayılı bir rant alanı yaratmaksa amaç, biz buna İzmirliler olarak sonuna kadar çıkmak zorundayız. Direnmek, yaptırmamak zorundayız.”

* * *

Dediğim gibi…
Mesele anlaşıldı, durum netleşti.
Eğer İnciraltı’ndaki Kent Ormanı’na dokunan bir plan İzmir’e dayatılacaksa, herkes dursun orada.
AVM dikmek için, tek bir ağacın yaprağına zarar gelecekse; o planı yapanlar, İzmir’e adım atmasınlar.

* * *

EXPO’ya evet.
Yüz kere evet.
Bin kere evet.
Ne var ki, yine İzmir Mimarlar Odası Başkanı Hasan Topal’ın dediği gibi:
“Bütün dünya kentleri EXPO nedeniyle kentlerine değer katmak, değersiz alanlarını kente kazandırmak üzere yola çıkarlar.”
İzmir iddiasını pekiştirmek için, en değerli alanını zaten ortaya koydu.
Ama bunun ötesi yok.
40 bin fidanı ve ağacı yok edip, oraya AVM yapamazsınız.

YAPAMAYACAKSINIZ.

Çok tehlikeli çok / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Temmuz 2013


Çok tehlikeli çok

Bir kere söyledi. Yetmedi.
İmam Hatip Mezunları'nın iftarında konuşurken yine “Tencere tava çalanlara karşı yargıya giderek hakkınızı savunun. Yargıda onlar mücadele etsin. Yıllarca biz mücadele ettik şimdi onlar mücadele etsin” dedi.
İstiyor ki:
Komşu komşuya düşman olsun!
“Kin” zirve yapmış.
“Nefret” doruklarda geziniyor.
“Öfke” hiç dinmiyor.
“İntikam yemini” etmiş sanki!
Ve tabii…
Siyaseten “işe çok yarayan, yandaşlarını sıkı sıkıya kendine bağlamayı” amaçlayan, bir hesap da var işin içinde.
Var da…
Bu hesap çok tehlikeli.
Zira malum.

Sap döner, keser döner; gün gelir, hesap döner!

22 Temmuz 2013 Pazartesi

İskele sancak alabanda! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 22 Temmuz 2013



İskele sancak alabanda!

İskele, teknenin sol yanıdır.
Sancak ise sağ yanı.
“İskele Sancak” Ahmet Hakan’ın bir zamanlar sunduğu TV programının adıydı.
Yani…
“Ak ile Kara” veya “Sağ ile Sol” ya da “Bir o taraf, bir bu taraf” misali.
Ve sonra…
“Alabanda” dedi Ahmet Hakan.
Yine ve yani…
“Dümeni kırdı” sonuna kadar.
İnsan, böyle sert manevralar yapmak zorunda kalabilir hayatta.
Marifet, bir kez daha denizcilik terimi kullanarak ifade edelim ki “alabora” olmamaktır!
Örnekse…
Yiğit Bulut gibi batırmadı gemisini!

* * *

Ahmet Hakan yeni ufuklara yelken açarken, maharetle kullanıyor dümeni.
Geçenlerde madde madde bir “Recep Tayyip Erdoğan eleştirisi” yaptı, helal olsun vallahi.
Düşündüm biraz, “Daha iyisini yazabilir miyim” diye.
Yok.
Yazamam.

* * *

İşte o maddelerden bir demet:
“Büyük-küçük her türlü toplaşmada her tarafı gaza boğmak...
Televizyonları ‘hep aynı şeyleri söyleyen kişilerin konuştukları bir mecra’ haline getirmek...
Devletin valisinin günde en az üç kez birbiriyle çelişen açıklamalar yapmasına neden olmak.
Devletin el koyduğu gazeteye yandaş doldurmak...
Bazı kadınların ‘Bizi emniyette çırılçıplak soydular’ iddiası karşısında tüyü bile kıpırdatmamak.
İzmir’de ortaya çıkan eli sopalı polisler hakkında ne yapıldığını şeffaf bir şekilde kamuoyuyla paylaşmamak.
Cadı avı yapmak...
Toplumsal mühendislik yapmaya soyunmak...
Eleştiriye tahammülsüzlük.
Başkalarının ahlaki değerlerini, kılık kıyafetini, yiyip içtiğini yargılamak ve değerlendirme konusu yapmak.
’Keyfi tutuklama ve gözaltılar endişe verici’ cümlesini sadece Mısır için kurması...
Tek adamlık...
10 yıl boyunca askeri vesayete karşı hükümete destek vermiş liberal demokrat aydınları, sırf hükümeti azıcık eleştirdiler diye anında ‘darbeci’ ilan etmek.
Katliamlar arasında ayrımcılık yapmak.”

* * *

Velhasıl…
Saymakla bitmez.
Ahmet Hakan’ın bana göre ciddi bir avantajı var tabii.
O bizim bilmediğimiz sularda yüzdü yıllarca.
Orada ne varsa, hepsini iyi tanıyor.



Dedim ki…

Kanın helali onuruyla yaşayan insanda olur.

* * *

Hep aynı hikaye...
İşine her geldiğinde, hep o birinci.
Gerçekten o bir inci.
Ama pırlanta ile dolu bir çuvalın içinde!

* * *

İnsan hayatını "kelle hesabıyla" ölçenin, insanlık dersi vermek haddine düşmez.

* * *

Türkiye'de çok kanaldan "tek yayın" yapılıyor.
İstisnalar var tabii.
Onlar da kaideyi bozmuyor!

* * *

Darbe Anayasası ile konulan seçim barajını yıkmayanların demokrat olduğuna, Kadir'den başka kim İnanır?





21 Temmuz 2013 Pazar

Ah Ali İsmail… Vah Türkiye! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 21 Temmuz 2013


Ah Ali İsmail… Vah Türkiye!


Bazı anlar vardır, unutulmaz. İşte bu fotoğraf o anlardan birini simgeliyor. Şahap Korkmaz’ın eli Ali İsmail’in fotoğrafının üzerinde, avuçlarının içi alev alev yanarak okşuyor oğlunu.
Yüreğindeki yangın ise yüzüne yansımış.
Ah Ali İsmail ah.
Ağabeyi Gürkan Korkmaz, Twitter’da “Alimi vurdular” adıyla bir hesap açtı onun anısına.
Ve bir çağrı yer alıyor orada.
Elbet “insan” olanlara:
“Ben Ali İsmail Korkmaz. Öldürüldüm! Bilgin varsa yardım et.”
Günler geçiyor.
Ülkeyi yönetenler ise, katilleri bulacaklarına “öldürülen gençleri” suçluyor.
Ah Ali İsmail.
Vah Türkiye!

* * *

Ağabeyi “Ali İsmail’i Anlat Bana” başlığı altında, kardeşini anlatmış kısacık cümlelerle.
Hatta bazen tek kelimeyle…
“Hayat doluydu.
Marjinaldi.
Çapulcuydu.
Daha büyümemişti.
Haluk Levent'i severdi.
Pink Floyd dinlerdi.
Daha 15-16 yaşında arkadaşlarını organize eder huzur evine giderdi.
Eski kıyafet ve kitapları toplar arkadaşlarıyla köy okullarına giderdi.
Hayvanları çok severdi, Golden Retriever cinsi bir köpeği vardı.
Gezmeyi severdi, çok aktifti. Lisede Avrupa Birliği projeleriyle 2 defa yurt dışına çıktı.
Fenerbahçe taraftarıydı.
Karizmaydı.
Eğlenceliydi.
En sevdiği film V for Vandetta'ydı, üniversitedeki odasında koca afişi asılıydı..
En sevdiği kuzenleri Okan ve Hasan'dı.
Dört kardeşlerdi, iki de yeğeni vardı.
Yeğeni Tuana'ya, ‘Sana bir şey olursa ölürüm’ derdi. Ama ona bir şey olmadan öldürüldü.
Aklı havadaydı, bazen kendisi de öyleydi.
Yengesi 6 aylık hamileydi. Doğacak yeğenini çok merak ederdi. Bilmiyordu ki adaşı olacaktı.
Hala anlamadım, Metallica'dan ne anlardı?
Gezer, gezdiği yerleri fotoğraflardı. O kadar çok resminin olması ondandı.
En çok sevdiği ve giydiği bir tişörtünde barış logosu vardı.
Daha 19 yaşındaydı.”

* * *

Gürkan Korkmaz’ın bağrı yanıyor.
Haklı olarak…
Hem de çok haklı olarak haykırıyor Gürkan Korkmaz:
“Ulan Allahsızlar… Ne istediniz kardeşimden?”



Dedim ki…

Kimse akıl vermesin başkasına.
Sinir bozar.
Vereceksen bilgi ver ki…
Başımın üzerinde yeri olsun.

* * *

Hele talimat.
Hele emir...
Sus.
Haddine mi düşmüş bana ne yapacağımı söylemek, sen kimsin?

* * *

RTÜK gerçek bir medya denetçisi olsaydı, Penguen belgeseli yayınlanan kanallara "Böyle haber kanalı olmaz" diye ceza verirdi.

* * *

Her nerede insanlar hunharca öldürülüyorsa, katillere lanet olsun.
Önce kendi ülkesindeki katillerin peşine düşmeyene de...
Yazıklar olsun!

* * *

“Erdoğan için ölmek gerekirse ben ölürüm” diyen Başbaş Danışmana, ne denir?
Keyfin bilir!











19 Temmuz 2013 Cuma

AKP’den İzmir’e yıldızlar karması / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 19 Temmuz 2013


AKP’den İzmir’e yıldızlar karması

İzmir’in 30 ilçesi var. Bir de Büyükşehir. Etti mi 31…
AKP “çok önem verdiğini” ısrarla tekrarladığı İzmir için öylesine ses getirecek bir kadro sürmeli ki sahaya, herkesin ağzı bir karış açık kalmalı.
Bazı özel durumlarda, dünyanın en iyi futbolcuları toplanır ya bir araya… Aynen o şekilde.
Deyim yerindeyse…
“Yıldızlar karması” gibi takım.
Üstelik ellerinde, üç dönemdir milletvekilliği yaptığı için “önü tıkalı” isimlerden oluşan bir yığın seçenek var.
Önce şunu söyleyeyim.
Binali Yıldırım’ı liste dışı bıraktım.
Hep söylediğim gibi, o İzmir’e emanet geldi. Asıl yeri İstanbul.

* * *

İzmir’deki 31 belediye başkan adaylığı için önereceğim ilk isim Vecdi Gönül.
Kendisi İzmir Valisi iken ve Konak henüz ilçe olmamışken, bir vesile ile “Siz Merkez İlçe Kaymakamı mısınız?” diye takılmıştım kendisine.
“Evet” demişti:
“Ben aynı zamanda Merkez İlçe Kaymakamıyım.”
Dolayısıyla, Vecdi Gönül’ün AKP Konak adayı olması münasiptir.
Bir anısı olduğu için bu yakıştırmayı yapmamı AKP’li dostlar, umarım anlayışla karşılar.
Yoksa onların işine karışmak bana düşmez.

* * *

En fazla öneririm.
Aynen şöyle:
Cemil Çiçek, Bülent Arınç, Beşir Atalay, Bekir Bozdağ, Ali Babacan, Sadullah Ergin, Nihat Ergün, Mehdi Eker, Hayati Yazıcı, Taner Yıldız, Faruk Çelik, Egemen Bağış, Suat Kılıç, Fatma Şahin, Ömer Çelik buyurun İzmir’e…
Abdülkadir Aksu, Hüseyin Çelik, Salih Kapusuz, Recep Akdağ, İdris Naim Şahin, Burhan Kuzu, Nimet Baş, Necati Çetinkaya buyurun İzmir’e…
Sadık Yakut, Nafiz Özak, Mehmet Ali Şahin, Şaban Dişli, Köksal Toptan buyurun İzmir’e…
Kaç etti?
Sanırım 28.
AKP Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar, İzmir Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Gül’ün eniştesi Mehmet Tekelioğlu ve İl Başkanı Ömer Cihat Akay.
Buyurun işte.
31 kişilik bir “yıldızlar karması” size.
Eğer AKP bu kadro ile de iş yapmazsa İzmir’de…
Ben daha ne yapayım!


Dedim ki…

İnsan huzur istiyor.
Kafası rahat olsun istiyor.
Eve et alırken gramla değil, kiloyla almak istiyor.
Çok mu? Çok gördüler.
Sorun da bu zaten

* * *

“Her şeyim” diyen, hiçbir şeydir.

* * *

Tecavüz karşısında sessiz kalandan şeytan bile korkar.

* * *

İktidar kendine dikensiz bir gül bahçesi yaratmıştı.
Geçmiş olsun.
Artık her yer ısırgan otu size..

* * *

Şafak söktü mü Vakit gelmiştir.
Sabah'tan Akşam'a salla gitsin...


18 Temmuz 2013 Perşembe

Kim, kimi, kime şikayet ediyor? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 18 Temmuz 2013



Kim, kimi, kime şikayet ediyor?

Başbakan, bankalara vuruyor da vuruyor.
Aslanım benim.
Vur.
Daha sıkı vur.
Daha sert vur.
Bir sağ kroşe.
Bir sol direk.
Bir aparkat.
Vur.
Hiçbir itirazım yok.
Hatta memnun olurum.
Keyfim iyice yerine gelir.
Hatta içimdeki yağlar erir.

* * *

Hesap ortada, mal meydanda.
Bankalar hiçbir dönemde olmadığı kadar çok para kazandılar bu devirde.
Kasaları doldu taştı.
Asıl kazancı ise para alıp satmaktan değil, milleti yolmaktan sağladılar.
“Zart” ücreti.
“Zurt” ücreti.
Her akşam yatağa “yarın ne icat etsem de halkı biraz daha tırtıklasam” niyetiyle uzandılar.
Millet rüyasında koyun sayar.
Bunlar insanları saydılar koyun niyetine!

* * *

Vatandaşın hiç mi suçu, günahı yok.
Var elbet.
Ellerine zorla tutuşturulan kredi kartlarından koleksiyon yaptı millet.
Kimi televizyon aldı kredi kartıyla.
Kimi en son model cep telefonlarından.
Ahalinin çoğu ise mecbur kaldı kredi kartı kullanmaya.
Cepte para olmayınca, ne yapsın?
“Yarın ola hayrola” deyip, ekmeğini bile kredi kartı ile alıp, götürdü evine.
Borçlar, borçla ödenmeye başladı hızla.
Sonra ödenemez oldu.
İnsanlar bunaldı.
İntihar istatistiklerine bakın.
Her geçen yıl yükselen kredi kartı borcu ile nasıl da uyum içinde!

* * *

Başbakan diyor ki bankacılara şimdi:
“Ne yapacaksınız bu parayı ya? Vatandaştan bu komisyonları almayın. Ama yok, doymazlar. Onların gözünü ancak kara toprak doyuracak.”
Ağlar mısın, güler misin?
Bankacılar Fransız sanki.
Başbakan da Uganda’yı yönetiyor!
Hey.
Burası Türkiye.
Kim, kimi, kime şikayet ediyor?
Yaşanan ne varsa bu ülkede, hepsi sizin eseriniz!


Dedim ki…

İzmir'de tutuklamalar dalgalar halinde sürüyor...
Fakat eli sopalı zorbalardan hâlâ haber yok!

* * *

Başbaş Danışman Yiğit Bulut’un "Gezi olayları Türk devletine iç ve dış saldırı" demesi, şanına yakışmadı.
"Uzaydan yapılan bir saldırı" falan deseydi, daha yaratıcı olurdu!

* * *

"Usta" denilen kişi, saygı duyulan insandır.
Parçaları derler, toplar, birleştirir.
Sen sağlam olanı bozuyor, dağıtıyor, parçalıyorsun.

* * *

İktidarı anlatan, en güvenilir kaynak:

* * *

Yandaş olmanın ilk koşuludur yalancı olmak.
Zira en büyük yalanı yalakalık yaptığına söyler yandaşlar.