31 Mayıs 2013 Cuma

Aday maday! / Feyzi Hepşenkal / 31 Mayıs 2013

Aday maday!

Viraj dönüldü, seçim ufukta göründü ya. . . Eller aday torbasında. . . Tombala çekiliyor boyuna.
Neymiş?
Mustafa Sarıgül helikopter ile sahanın ortasına inip, CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğu öyle ilan edilecekmiş.
Fikir iyi de. . .
Gürsel Tekin ne der bu işe?
Baktım.
“CHP, yakıtınız bittiğinde ikmal yapabileceğiniz bir istasyon değildir. CHP, Sarıgül'ün yakıtının bitmesini bekleyemez” demiş, bile!

* * *

Neymiş?
Yine CHP, bu kez Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Saadettin Tantan’ı aday gösterecekmiş.
Ne alâka anlamadım.
En iyisi Melih Gökçek’e sormalı.
Kendisinin tekrar aday olup olamayacağını değilse de, CHP’de olup bitenleri en iyi o bilir!

* * *

Ve İzmir.
Güzel İzmir.
Neymiş?
Aziz Kocaoğlu, AK Parti’ye transfer edilecekmiş!
Peki.
Sımsıkı kapayın gözlerinizi.
Dahası. . .
Aklınızı kuru ekmekle yiyin!
Hatta. . .
Hafızanızı yitirin külliyen!
Yani. . .
Aziz Kocaoğlu’nun, AK Parti’den İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olduğunu bir an için kabul edin.
Ne olur sizce?

* * *

Bence şu olur:
AK Parti üçüncü kez Taha Aksoy’la seçime gidip, yine yüzde 35 oy alacaksa farz-ı misal; Aziz Kocaoğlu ile yüzde 30’un altında kalır!

* * *

Şimdi açın gözlerinizi.
Aklınızı başınıza alın.
Hafızanızı toparlayın.
Titreyin ve kendinize gelin.
Çünkü benim tanıdığım Aziz Kocaoğlu, dünya yıkılsa AK Parti’den aday olmaz.
Yine de olmayacak duaya “Amin” demek isteyenler varsa eğer. . .
Buyursunlar.

Neticede “inanç özgürlüğü” var memlekette!

Bankalar iyice azıttı / Feyzi Hepşenkal / 31 Mayıs 2013

Bankalar iyice azıttı

Yazmaktan, okumadan bıktık benzer haberleri ama bankalar vatandaşı tırtıklamaktan bıkmadı.
İşte son numaraları:
“Bankacılık sektöründe evrak çeşidi fazla olduğundan evrakları belirli başlıklar altında toplayan bankalar şimdi bu evrakları paraya döktü. Müşterisi olduğunuz banka sizin evraklarınızı saklayıp muhafaza ediyor ve bu hizmeti için de sizden ücret alıyor.”
Tarife 50 TL’den başlıyormuş.
“Neden” diye de sorulduğunda şu cevap veriliyormuş:
“Tacir olan veya olmayan bir kimseye, ticari işletmesi ile ilgili iş veya hizmet görmüş olan tacir, münasip bir ücret isteyebilir.”
Bir garabete de ben tanık oldum geçen gün.
Bankadan gelen kredi kartı ekstresindeki şu satır, ciğerime oturdu:
“MASTERCARD PROGRAM ÜCRETİ   120,00”
Kendi aldıklarınız yetmedi de, sıra ortaklarınıza parsa toplamaya mı geldi?
Hey tacir bey. . .

Bu ne bu?

TEK KARELİK TAKDİRİ İLAHİ! / Feyzi Hepşenkal / 31 Mayıs 2013


                     TEK KARELİK TAKDİRİ İLAHİ!

30 Mayıs 2013 Perşembe

Birinci Köprünün adı ne ,Atatürk mü, Boğaziçi mi? / Feyzi Hepşenkal / 30 Mayıs 2013


Birinci Köprünün adı ne,
Atatürk mü, Boğaziçi mi?

İstanbul’un Fetih gününü herkesten fazla önemserim.
Nedenini küçüklüğümden beri şöyle izah edeyim:
“Önce İstanbul kurtulmuş, ertesi gün de annem.”
İşte yine böyle bir günde, Asya ile Avrupa’nın üçüncü kez köprü ile birbirine bağlanması için adım atılması; insana gurur ve mutluluk veriyor.
Yeni köprünün özellikleri büyüleyici.
Bir kere, 10 şeritli.
Araçlar için 8 şerit ayrılıyor.
Kalan iki şerit ise demiryoluna.
Böylece üzerinde raylı sistem olan “dünyanın en uzun asma köprüsüne” sahip olacak Türkiye.
Diğer “en” vurgusu ise “geniş” sözcüğü ile ifadesini buluyor ve bu köprü, 59 metreyle “dünyanın en geniş köprüsü” oluyor.
Uzunluğu da 1875 metre.

* * *

Dünkü tören sırasında, üçüncü köprünün adı Cumhurbaşkanı Gül tarafından “Yavuz Sultan Selim” olarak açıklandı.
Sanırım bir vade sonra “dördüncü köprü” de gelecek gündeme ve adı ise “Kanuni Sultan Süleyman” olacak ki, hiçbir itirazım yok.
Ya ne var?

* * *

Sayın Cumhurbaşkanı konuşmasında aynen şöyle söyledi:
“Birinci Köprü, bildiğiniz gibi Atatürk'ün ismini taşıyor. İkinci Köprü İstanbul'u bize armağan eden fetheden Fatih Sultan Mehmet'in ismini taşıyor. Bu üçüncü köprü eminim ki herkesin zihninde vardır. Acaba bu köprünün ismi ne olacak diye. Biraz önce değerli başbakanımız o açıklamayı benim yapacağımın işaretini verdi.
Arkadaşlarımız, hükümetimiz, hep düşünüldü, konuşuldu neticede şu karara vardık ki; Üçüncü Köprü'nün ismi Yavuz Sultan Selim Köprüsü olsun.”

* * *

Sayın Cumhurbaşkanı kusura bakmasın ama. . .
O “Birinci Köprü, bildiğiniz gibi Atatürk'ün ismini taşıyor” cümlesinde verdiği bilgi “meçhul” bence!
Neyse. . .
Açıkça sorayım:
Birinci Köprü’nün adı, kendisinin belirttiği gibi “Atatürk” mü gerçekten?
MAALESEF değil!
Zira resmi adı “Atatürk Köprüsü” olan ve halk arasında “Unkapanı Köprüsü” olarak bilinen tek yer, tarihi yarımadayı Beyoğlu’na bağlayan köprü.
Birinci Köprü’nün adı ise nereye bakarsanız bakın (başta Ulaştırma Bakanlığı), Boğaziçi Köprüsü.
Onun için “Aman” diyeyim.

Sayın Cumhurbaşkanı’nı yalancı çıkarmayın ve karar mı alacaksanız, kanun mu hazırlayacaksınız, ne yapıp edin ve Birinci Köprü’nün adını dağa taşa ve elbette tüm tabelalara “Atatürk Köprüsü” diye yazıp, ilan edin!

Artık atış serbest! / Feyzi Hepşenkal / 30 Mayıs 2013

Artık atış serbest!

Unutanlar için, TBMM Genel Kurulu’ndaki “malum” sözlerin, en azından şu kadarını hatırlatmalıyım:
“ZEYİD ASLAN (Tokat) - Senin a… k…! Senin a… k...! Soytarı, köpek, şerefsiz!
MUHAMMET RIZA YALÇINKAYA (Bartın) - Dinleyin, dinleyin!
ZEYİD ASLAN (Tokat) - O… çocuğu! Piç kurusu! Piç kurusu! Satılık köpek! Şerefsiz!
(Tunceli Milletvekili Kamer Genç'in kürsüdeki su bardağını fırlatması)
ZEYİD ASLAN (Tokat) - Senin a… s…!”
Noktalı yerlerdeki “boşluk doldurmacayı” sanırım Türkçe bilen herkes yapabilir.
Fakat AK Parti’nin Müşterek Disiplin Kurulu bu işi beceremedi anlaşılan!
Örnekse, “a…. k…….” cümlesini “aslan kardeşlerim” falan diye tamamladıklarından, Tokat Milletvekilli Zeyid Aslan’a ceza vermeye gerek duymamışlar.
Eh.
Yol açıldı artık.

Bundan sonra atış serbest!

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Kader “ol” dedi! / Feyzi Hepşenkal / 29 Mayıs 2013

Kader “ol” dedi!

Henüz yeterince farkında değiliz belki ama İzmir bağrından yeni bir “siyasi yıldız” çıkardı.
Her yerde o var.
Her tartışmada onun adı öne çıkıyor.
Bir bakıyorsunuz, attığı “tweet” gündemi karıştırıyor. Aradan günler geçtikten sonra haklı olduğu anlaşılıyor.
İzmir Valisi gerçekten de Diyarbakır’a gitmiş!
Bir bakıyorsunuz, Başbakan’ın masasında bir rapor.
İzmir’de ne olmuş, ne olmalı; hepsi tek tek sıralanmış.
Altındaki imza, yine aynı:
Rifat Sait.
Bir bakıyorsunuz, uluslar arası bir mesele çıkmış.
Hükümet “Çöz bu işi” deyip, onu görevlendiriyor.
Beyoğlu’na “tur düzenleyen” de o.
Diyarbakır’a herkesten önce giden de o.

* * *

Oysa işin başında kimse ciddiye almamıştı onu.
Rıfat Sait AK Partili diğer milletvekili aday adayları gibi adına “temayül yoklaması” denilen “bir garip oylamaya” katılmış ve sonuçta ilk 50 kişi arasına dahi girememişti.
Rıfat Sait şiddetle isyan etmişti o zaman.
Başkası olsa, bir dakika bile tutmazlardı AK Parti’de.
Fakat onu aldılar, üstelik “Meclis üyelerinin aday yapılmaması” şeklindeki ilke kararına rağmen; İzmir 1’inci Bölge’den aday yaptılar.
Garipti.
İktidar partisinin “demokrasi anlayışı” gerçekten çok garipti.
Temayül yoklamasından 964 oy alarak BİRİNCİ çıkan Bilal Doğan, milletvekili aday listesinde 7’nci sıraya konulurken, sadece 72 oy alan Rıfat Sait, 6’ncı sıraya konduruldu!

* * *

Kader, Rıfat Sait’in milletvekili olmasına karar vermişti bir kere.
Çünkü kendi nasıl AK Parti’ye “emanet” edildiyse, Balkan ve Rumeli Platformu bir emaneti de CHP’ye vermişti.
CHP vahim bir hata yaptı.
O emaneti, yani Aydın Özcan’ı, 6’ncı sıra yerine, 7’nci sıradan aday gösterdi.
Sandıklar açıldığı andan itibaren, AK Parti’nin 6’ncı sıra adayı Rıfat Sait ile CHP’nin 7’nci sıra adayı Aydın Özcan arasında kıyasıya bir yarış başladı.
Bir Sait öne geçiyordu, bir Özcan.
Bir Sait öne geçiyordu, bir Özcan.
Hani at yarışı olsaydı, iş kolay.
Fotofiniş falan, netice alınırdı.
Türkiye’de seçim bitti ama Sait ile Özcan arasındaki oy sayımı ha bire tekrarlandı.
Dedim ya.
Kader, Rıfat Sait’i “milletvekili yapmaya” çoktan karar vermişti.
Ve Rıfat Sait bir geldi.

Pir geldi!

Ölüm... / Feyzi Hepşenkal / 29 Mayıs 2013


Ölüm. . .

Ölüm karşısında ne denebilir ki?
Söylenecekler çoktan söylenmiş zaten.
Karacaoğlan demiş ki:
“Nice sultanları tahttan indirdi
Nicesinin gül benzini soldurdu
Nicelerin gelmez yola gönderdi
Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm”
Attila İlhan demiş ki:
“Sevmek sevildiğini bile fark etmeden
Yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi
Sevmek zehir zemberek ve yürekten
Gecikerek de olsa vuruşur gibi
Sevmek için geç ölmek için erken
Özdemir Asaf demiş ki:
“Sen,
Vurunca vuran, gülünce gülensin.
Sesin, yüzün, ellerin yüzde yüz senin.
Sen ölmeyensin”
Sözün bittiği yerde ise derim ki:
“Sevdiğimi kaybedince

Hükümsüzüm ben!”

Tek karelik hatıra / Feyzi Hepşenkal / 29 Mayıs 2013


                                             Tek karelik hatıra

28 Mayıs 2013 Salı

“Vıdı vıdı” korosu! / Feyzi Hepşenkal / 28 Mayıs 2013



“Vıdı vıdı” korosu!

Hemen başladılar.
Vıdı vıdı. . . Vıdı vıdı. . .
“Aziz Kocaoğlu kendi başını yedi.”
Vıdı vıdı. . . Vıdı vıdı. . .
“Kocaoğlu bir daha başkanlığı rüyasında görür.”
Vıdı vıdı. . . Vıdı vıdı. . .
“Sizi gidi hainler sizi.”
Neden bu vıdı vıdı?
Aziz Kocaoğlu ile beraber Diyarbakır’a gittik ya, ondan!

* * *

Ahmet Hakan pek güzel yazmış:
“- İzmir Belediye Başkanı ile Diyarbakır Belediye Başkanı’nın ortak basın toplantısını izleyince…
- İzmir Belediye Başkanı’nın Diyarbakır’daki vurgularına bakınca…
- Diyarbakır Belediye Başkanı’nın İzmir’e gönderdiği selama dikkat kesilince…
’Faşist İzmir diyenler utansın’ dedim, başka da bir şey demedim.”
Bu işler hep böyledir zaten.
Eskisen faşisttik, şimdi hain olduk!

* * *

İzmir’i yeterince tanımayanlar, kaçınılmaz biçimde aynı kuyuya düşerler.
İzmirlinin ancak kendi istediği ve inandığı biçimde ve de yine ancak istediği zaman ne yapacağına karar verdiğini bilmezler.
Hiç durmayın.
Dedikoduya devam.
Koro iş başına:
Vıdı vıdı. . . Vıdı vıdı. . .
Sanır mısınız ki, İzmir’e “faşist” diyenlerden farkınız kaldı?
Sanır mısınız ki, Aziz Kocaoğlu bu yüzden tökezleyecek?
Sanır mısınız ki, “vıdı vıdı” yaparak, bizi sindirecek veya korkutacaksınız?
Hadi oradan.
Hadi başka kapıya!

* * *

Kendi payıma “Davet edildiğim için gittim” falan diyerek, “fikri firar” edecek değilim.
Zira desem, yalan olur zaten.
Ben Diyarbakır’a “istediğim için” gittim.
Henüz ortada “akil makil” yokken, tam da 12 Mart günü dedim, diyeceğimi.
Geçen günkü yazımın başlığı “İzmir Diyarbakır köprüsü” idi ya, 12 Mart’taki yazım da “İzmir’den Diyarbakır’a...” başlığını taşıyordu.
Unutanlar ve bugün olanlara “şaşılası bir şaşkınlıkla” bakanlar için, o yazıyı tekrar yayınlıyorum:

* * *

Balkan Anadolu Derneği’nin İzmir’den yola çıkıp, ‘Mostar'dan Malabadi Köprüsü'ne Gönül Bağı’ adıyla Diyarbakır'a düzenlediği gezi; umarım Türkiye’nin batısı ile doğusu arasında yeni ve güçlü bir bağ kurulmasına katkıda bulunur.
Tamam.
Yaşanan onca olayı tek kalemde silip, atmak mümkün değil.
Çok kişi kızgın hâlâ.
Ben de kızgınım.
Ama sakin olmamamız gerektiğini de biliyorum bu arada.
Yaşanan sürece isteyen destek verir.
Vermeyenlerin de, en azından sabırla beklemesinde fayda var.
Eğer gerçekten sağlıklı ve kalıcı bir çözüm olacaksa, kan duracak ve gözyaşı dinecekse sonuçta. . .
Bir fırsat vermeli harcanan çabaya.
Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir ne demiş İzmir’den gelenlere:
‘Sayın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, Hamlet oyununu İzmir'e getirdiğimizde salon tahsisinde bulunup, oyunu bizimle izlediler. Bu yüzden sıra bize geldi. Başkan Kocaoğlu'nu ve ekibini Diyarbakır'da ağırlama sırası bizdedir.’
İyi işte.
Ne zamansa Diyarbakır’a yolculuk, benim adımı da yazın heyete.”

* * *

12 Mart’ta ne yazmışsam, Diyarbakır’a gittiğimde “yanılmadığımı” gördüm.
Onun için şimdi daha da büyük bir umutla “barışa şans verilmesi” gerektiğine inanıyorum.
Kafalarda soru işareti, yürekler de endişe var mı; var elbet.

Yine de bütün bunlar, gelişmeleri “ihtiyatlı bir iyimserlikle” de olsa izlemeye engel değil ve olmamalı.

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Cahit Kıraç ne yapacak? / Feyzi Hepşenkal / 27 Mayıs 2013



Cahit Kıraç ne yapacak?

Adına kim, ne derse desin umutla geçen günler ve sonucu heyecanla beklenen bir dönem yaşanıyor.
Gitmeden, görmeden, bir nebze olsun Diyarbakır’ı yaşamadan ve insanıyla konuşmadan orada olup, biteni anlamanın mümkünü yok.
Ne Mardin, ne Urfa, ne Batman ve elbette Diyarbakır; ne Manisa, ne Uşak, ne Denizli ve elbette İzmir aynı değil.
Hepsi güzel.
Fakat hepsi farklı.
Ortak özellikleri ise. . .
Her yer vatan toprağı.
Barış olacaksa eğer, huzur bulacaksa toplum; önce her yerdeki farklılıkla kabullenmek ve hatta mümkünse benimsemek gerekiyor.
“Ne güzel işte” diyebilmesi insanlar:
“Hepsi biziz ve hepsi bizim.”

* * *

Gerçekler ise belli.
Diyarbakır ahalisinin büyük bölümü Kürt.
Ne yapacağız şimdi, bunu inkâr mı edeceğiz?
Cahit Kıraç da bugün yarın görecek.
Diyarbakır Valiliği’nin önünden geçen caddenin üzerinde bir “tak” var.
Görüyorsunuz işte.
Üzerine “Ne mutlu Türküm diyene” yazıyor.
Gerçi boyası solmuş.
Önüne ve arkasına dikilen ağaçlar büyümüş ve yazının tam olarak okunmasını engelliyor.
Yine her gören, orada ne yazdığını biliyor tabii.
O yazı, nereye asılmış ve yazılmış olursa olsun “soyunun Karaman Türklerinden geldiğini bilen” biri olarak beni, nasıl mutlu ediyorsa; biraz empati yapılırsa, aynı ifadenin “Ben Kürdüm” diye birini rahatsız edebileceğini de kabul etmek gerekli.
Cahit Kıraç’ın ne yapacağını merak ediyorum şimdi?

4 ayaklı minare / Feyzi Hepşenkal / 27 Mayıs 2013



4 ayaklı minare

İzmir’in nasıl ki, 7 bin yıllık tarihi varsa, aynı geçmiş Diyarbakır için de geçerli.
Surları, burçları, camileri, kiliseleri, hanları, köprüleri. . .
Hangisine baksanız binlerce, yüzlerce yıl öncesine ait.
Anlatacak çok hikaye var Diyarbakır’dan.
Örnekse. . .
Akkoyunlu Sultanı Kasım Bey tarafından 1500 yılında yaptırılmış Şeyh Mutahhar Ca­mii’nin dört ayaklı minaresi çok ilginç bir yapı.
Etrafında epey dolaştım.
Sonradan duydum, sütunları altından yedi defa geçenin her dileğinin yerine geldiğine dair bir inanış olduğunu.
Yazık.
Fırsatı kaçırdım.

İnşallah bir dahaki sefere.

1000 yıla az kaldı / Feyzi Hepşenkal / 27 Mayıs 2013


1000 yıla az kaldı

On Gözlü Köprü bir başka şaheser.
178 metre uzunluğunda ve 1065 yılında yapılmış.
Yani inşasının bininci yılını kutlamaya az kalmış!
2007-2010 yılları arasında restore edilmiş ve gerçekten çok güzel olmuş.
Çevresi bir mesire alanı.
Köprüde dolaşırken, Dicle Nehri ayaklarınızın altında geçiyor ve akan suyun bereketine göz alabildiğine bakıyorsunuz.
Çok resim çektim burada.

Ama On Gözlü Köprü’nün ihtişamının farkına varabilmeniz için, çok daha güzel bir fotoğraf buldum.

Surları Atatürk kurtarmış / Feyzi Hepşenkal / 27 Mayıs 2013


Surları Atatürk kurtarmış

Eski Diyarbakır’ı çevreleyen surların inşasına ne zaman başlandığı bilinmiyor.
Bilinenler, M.S. 4’üncü yy.’da tamamlandığı ve 5 kilometreye yaklaşan uzunluğu ile Çin Seddi’nden sonra ikinci olduğu.
4 kapısı var.
Bir bölümü, Cumhuriyet’in ilk yıllarında görev yapan bir Vali tarafından yıkılmış.
Neden?
Surlar şehre hava akışının girmesini engelliyormuş da, ondan!
Bereket Atatürk haberdar edilmiş olanlardan.
Hemen emir verip, yıkımı durdurmuş.

Diyarbakır surlarındaki en anlamlı görüntü, çektiklerimden değil, bulduğum fotoğraflar arasından çıktı.

Diyarbakır aklımda, tadı damağımda / Feyzi Hepşenkal / 27 Mayıs 2013


Diyarbakır aklımda, tadı damağımda

Diyarbakır gezisinde Vedat Milör ile Mehmet Yaşin de yanımızda olsaydı keşke.
Zira o bölgenin yemekleri, tüm damakları çatır çutur patlatan nefasette.
Diyarbakır’da gezilip, görülecek duraklar kadar, ağız tadıyla yemek yenecek de çok yer var.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir sabah kahvaltısını Hasan Paşa Hanı’ndaki bir kahvaltı salonunda düzenlemişti.
Sofraların üzeri ikramdan geçilmiyordu ama çok yer güneş altındaydı.
Kahvaltıyı pas geçip, Han’ın avlusuna indim.
Müthiş bir atmosferde, harika bir çay içtim.

* * *

Öğle yemeğinde bir grup, resmi programı ekip, Mahmut Özgener’in buradaki dostlarının kılavuzluğunda yeni açılan “Ciğerim” adlı mekâna gittik.
Servis bir başladı. . .
Mezeler, lavaşlar sofradaki yerini aldıktan az sonra ardı arkası kesilmeyen bir şekilde hız kazandı.
Lahmacun, şişte ciğer, kaburgalı kuşbaşı kuzu eti, masa boyunda Adana kebap. . .
Görgüsüzlük yaptığımın farkındayım ama kusura bakmayın.
Hepsi inanılmazdı.
Tam tabiriyle “çatlayancıya kadar” yedi herkes.
Üzerine de tarifi imkânsız bir künefe geldi.
Midem hassastır aslında, bu kadar yemeğe dayanmaz normal koşullarda.
Hayret. Sanki bir mucize yaşandı.
Midemde ne bir şişkinlik, ne gaz, ne sıkıntı; hiçbiri olmadı.

* * *

Akşamüzeri, Ofis Sanat Sokağı’ndaydık.
Trafiğe kapalı, yolun iki yanında kafelerin sıralandığı bir “yaşam merkezi” burası.
Gençler ağırlıkta.
Her köşede sohbet, muhabbet gırla.

* * *

Akşam olunca yine bir davet. . . Osman Baydemir bu kez, Dicle Nehri manzaralı, On Gözlü Köprü karşısındaki Erdebil Köşkü’nü seçmiş İzmir’den gelen konuklarını ağırlamak için.
Yani. . .
Tam da, Meclis’te “saat 10’tan sonra içki yasağı” kabul edilirken; kadehler “barışın şerefine” kalkıyordu Diyarbakır’da.


26 Mayıs 2013 Pazar

Ah be Hüseyin, neredeydin? / Feyzi Hepşenkal / 26 Mayıs 2013

Ah be Hüseyin, neredeydin?

Diyarbakır gezisinde gözlerim, Ege-Koop Başkanı Hüseyin Aslan’ı aradı.
Ah be Hüseyin, neredeydin?
Attığım her adımda, inan, kulaklarını çınlattım.
İnanmazsan. . .
Deniz Sipahi’ye sor.
Mahmut Özgener’e sor.
Hamdi Türkmen’e sor.
Bülent Akgerman’a sor.
Ünal Ersözlü’ye sor.
Şebnem Bursalı’ya sor.
Hepsine sor.
Kim bilir kaç kez “Ah be Hüseyin, neredesin?” dediğime, onlar şahit.

* * *

Diyarbakır, tam sana göre bir yer.
Her yer “kurtarın beni” diye bağırıyor çünkü.
Özellikle Diyarbakır’ı çevreleyen surların içinde kalan bölge, tümüyle “kentsel dönüşüme” muhtaç.
Buradaki apartmanlar dökülüyor.
Var ya. . .
Diyarbakır’a bir gitsen, 40 yıl çıkamazsın dışarı.
Yık, yık bitmez.
Yap, yap bitmez.
Dönüştür, dönüştür bitmez.

* * *

Sadece surların içi değil üstelik.
Diyarbakır’ın çevresinde yeni şehirler inşa ediliyor sanki.
Bizim Mavişehir falan hikaye.
Sen Diyarbakır’a gel de, yapılan binaları bir gör.
Ne de olsa arazi sıkıntısı yok Diyarbakır’da.
Gözünün alabildiğine, her yer arsa.
Hele bir de, Dicle kıyısındaki 7’inci Kolordu arazisini görsen, gözlerine inanamasın.
Şehrin göbeğinde kalmış, muhteşem bir yeryüzü parçası.
Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’nde görevli bir mimara sordum:
“Kaç metrekaredir burası?”
Sağ olsun, gidip İmar Müdürü’nden öğrendi.
Tam 2 bin 500 dönümmüş.

* * *

Burası senin elinde Cennet’e dönüşür be Hüseyin.
İkinci bir Diyarbakır yaratırsın sen orada.
Dünyanın en güzel kentlerinden biri doğar senin şehircilik anlayışıyla.
Bir de tüyo vereyim sana.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir tekrar aday olmayacak.
Yani.
Başkanlık münhal.

Yeni sahibini bekliyor.

İş bulana, sigorta yok / Feyzi Hepşenkal / 26 Mayıs 2013


İş bulana, sigorta yok

On Gözlü Köprü üzerinde, Hürriyet Gazetesi Ege Temsilcisi Deniz Sipahi ve Sabah Gazetesi Ege Temsilcisi Ünal Ersözlü ile beraber; orada karşılaşıp, sohbet ettiğimiz gençlerin derdini ve isteğini yazma konusunda karar aldık.
Mesele şu:
Diyarbakır’daki dokuz tuğla fabrikası orada yaşayan insanların en ciddi iş kapısıymış. Ne çare ki, çalışanlar sigortalı yapılmıyormuş. Ve bu gidişe “dur” diyen birileri de olmuyormuş.
Gençlerin aktardığı sorun, kendi açılarından buzdağının görünen parçası.
Dolayısıyla asıl mesele şu:
Diyarbakır’da çok şey kayıt dışı. Hiç kuşku yok, başta Devlet’i yönetenler olmak üzere, herkes, her şeyi biliyor. Fakat hiç kimse, hiçbir soruna el atamıyor.
Sebep nasıl “malum” ise çözüm de belli.
Onun için sokaktaki insan “yürekten” barış istiyor.
Hayatın normalleşmesini umutla bekliyor.


24 Mayıs 2013 Cuma

İzmir-Diyarbakır köprüsü / Feyzi Hepşenkal / 24 Mayıs 2013

İzmir-Diyarbakır köprüsü

                                         
Tepede güneş, sıcaklık 30 dereceden fazla.
Olsun.
Neticede İzmirliyiz.
Sıcağa da, güneşe de talimliyiz.
Ceket omzumda, yürüyorum Diyarbakır kaldırımlarında.
Boynumda asılı “İzmir heyeti” yazısını görenler, ilgiyle bakıyor.
Duruyorum.
Soruyorum insanlara:
“İzmir’e gittiniz mi?”
Çünkü merak ediyorum.
Acaba dün “Birbirimize dokundukça, birbirimizi hissettikçe ülkemiz cennet bahçesi olacak. Diyarbakır ve İzmir arasında kurulan barış köprüsü birlikte yaşamanın göstergesidir” diyen Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in. . .
Veya “Bundan sonra da müşterek heyetlerle karşılıklı ziyaretler gerçekleştireceğiz. İki kent arasında sanattan, ticarete, ekonomiden turizme kadar farklı alanlarda çalışmalar olacak. Birbirimizi destekleyeceğiz. İzmir’de 70 bin Diyarbakır doğumlu vatandaşımız yaşıyor. Birbirimizi tanıyarak dostluğumuzun, kardeşliğimizin daha da sağlamlaşacağına inanıyorum” diyen, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun gerçekten çok samimi şekilde birbirlerini kucaklaması; sokakta nasıl karşılık buluyor?

* * *

Çetele tutmadım ama yirmiden fazla kişiye sordum aynı şeyi:
“İzmir’e gittiniz mi?”
Şaşırdım.
Hepsi “Evet” dedi.
Kimi askerliğini İzmir veya çevresinde yapmak için gitmiş.
Kimi Karşıyaka’daki spor salonunun yapımında çalışmak için gitmiş.
Kimi eş dost ziyareti için, kimi gezmek için gitmiş.
Ama gitmiş.
“Evet” diyenlerin neredeyse yine hepsi, bu kez sormadan, sözlerinin devamını kendiliğinden getirdi:
“İzmir çok güzel.”

* * *

Diyarbakırlı kardeşler, inanın bana.
Diyarbakır da güzel ama asıl sizler çok güzelsiniz.
Öyle olmasanız gülen gözlerle yaklaşmazdınız, benimle sıcacık bir iletişim kurmaktan kaçınırdınız.
İçinizden biri dedi ya:
“İzmir galiba bizim gibi bakmıyor yaşananlara!”
Aramızda gerçekten bir “barış köprüsü” kurulmamış olsaydı, bu serzenişi dahi içtenlikle ifade etme ihtiyacı duymazdınız.

* * *

Ben anlıyorum sizi.
Zamanla herkes daha iyi anlayacak birbirini.
Yeter ki siz, sıkı durun.
Tıpkı Malabadi Köprüsü gibi, bu köprünün de ayaklarını sağlam tutun.
Dinleyin.
Tam da bu satırları yazarken, yan taraftaki salonda yankılanan şu türküye kulak verin:
“Aman ormancı, canım ormancı
Köyümüze bıraktın yoktan bir acı”
Ve söyleyin.
Bundan sonra yaşanacak acıları önlemek için, bir Ege türküsünün Diyarbakır’da söyleniyor olmasından daha anlamlı ne olabilir?

Tek karelik fıskiye! / Feyzi Hepşenkal / 24 Mayıs 2013


             Tek karelik fıskiye!

KKTC seçmeni olmak varmış! / Feyzi Hepşenkal / 23 Mayıs 2013

KKTC seçmeni olmak varmış!

Milletvekili dostlarım, arkadaşlarım kusura bakmasın.
En azından “teknik” olarak benim vekilim sayılmazlar çünkü hiçbirini ben seçmedim.
CHP İzmir İl Başkanı Ali Engin de, AK Parti İzmir İl Başkanı Ömer Cihat Akay da seçmedi. Sokaktaki insan da. . .
Özellikle AK Parti, CHP ve MHP’yi işaret ederek söylüyorum ki; bu partilerin milletvekillerini seçen, sadece üç kişi:
Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli.
Onlar, milletvekili listelerini “paşa gönüllerince” yapıyor, seçmen de şu veya o genel başkanın partisine oy veriyor.
Zaten onun içindir ki, milletvekillerine “özel” her ayrıcalık paketi gündeme geldiğinde kıyamet kopuyor.
Oysa gerçekten millet seçse vekilini, şahsen milletvekillerine verilecek ne maaşa, ne de imtiyaza hiç itirazım olmaz.
Hatta derim ki:
“15 bin lira maaş az, 30 bin lira olsun.”

* * *

Ne çare, partilerin genel başkanları “kurulu düzenden” memnun ve mesut.
Onlar milletin sesine kulak veren değil, kendi buyruklarını yerine getirecek birilerinin olmasını istiyor Meclis’te.
Aksi halde. . .
Şimdiye kadar elli defa değişirdi Seçim ve Siyasi Partiler yasaları.
Demokrasinin özüne uyan bir sisteme çoktan kavuşurdu Türkiye.

* * *

İstediğimiz çok şey değil.
Hemen yanımızda ve dahi içimizde bir yerde uygulanan kuralları benimseyin siz de, yeter.
Orası, neresi mi?
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti.
Kıbrıslı kardeşlerimiz vekillerini nasıl seçiyorsa, biz de öyle seçelim.
Hepsi bu.
Derseniz ki, nasıl seçiyor?

* * *

Aynen şöyle:
* Seçmen, tercih hakkını kullanıp kullanmamakta serbesttir.
Ancak, seçmen bu tercih hakkını kullanmak isterse, o siyasal partinin listesinde ad ve soyadları yazılı adayların yarısı için kullanmak zorundadır.
* Milletvekilliği seçiminde oyunu, birleşik oy pusulasında adı ve soyadı bulunan partiliye ve bağımsız adaylara karışık olarak vermek isteyen seçmen, orada bulundurulan kalemle, oy vermek istediği adaylara, ad ve soyadları karşısındaki dörtgene işaret koymak suretiyle oyunu KARMA olarak kullanır.

* * *

Neymiş mesele?
İsteyen oy verdiği partinin adayları arasından, beğendiği kişileri seçebiliyor.
Dileyen her partiden, her adaya oy verebiliyor.
Örnekse. . .
Son seçimdeki listeleri esas alarak, İzmir 2. Seçim Bölgesi’nden 7 adayı meselâ şöyle belirleyebilirdim, KKTC’deki seçmenlerin hakkına sahip olsaydım:

“CHP’den Levent Eyipişiren, Elfin Tataroğlu, Levent Piriştina; AK Parti’den Bekir Pakdemirli, Mehmet Kavuk; MHP’den Cengiz Bulut ve bağımsız Doğu Perinçek.”

Bire 10! / Feyzi Hepşenkal / 23 Mayıs 2013


Bire 10!

Sen misin “lahmacun ile ayrana 50 TL’yi” pahalı bulan.
Al sana.
Bu yıl aynı lahmacun ile ayran 64 lira!
Gerçi. . .
Kime ne?
Orası Bodrum.
Maça Kızı’na giden, sinek papazına katlanır!
Diğer yanda çareler tükenmez.
Bodrum’a gidince, ille de Maça Kızı’na gitmek gerekmez.
Veya canınız ille de lahmacun yemek istiyorsa, her köşe başında bir tane var zaten.
İzmir’deki yeme içme mekânlarına baktım.
Lahmacun kiminde 3,5 lira, kiminde 5 lira.
Hesap basit.

Bodrum’da 44 liraya bir tane lahmacun yiyeceğine, aynı paraya, burada 10 tane ye!

Felaket adres sormaz / Feyzi Hepşenkal / 23 Mayıs 2013


                                          Felaket adres sormaz

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Barış yüküyle gidiyoruz Diyarbakır’a / Feyzi Hepşenkal / 22 Mayıs 2013


Barış yüküyle gidiyoruz Diyarbakır’a

Kulakları çınlasın, Mesut Yılmaz “Avrupa Birliği’ne giden yol Diyabakır’dan geçer” demişti bir zamanlar.
Gel zaman, git zaman. . .
Şimdi hemen her yol Diyarbakır’dan geçiyor.
O nedenle de geleni, gideni eksik olmuyor.
Sıra bizde.
İzmir’de.
Yarın 04:45’te İzmir Belediye Sarayı’nda toplanacak herkes.
06:00’da ise “barış yüklü” bir uçak, Diyarbakır’a doğru havalanacak.
Program öylesine yoğun ki, İzmir’e dönüş ertesi günün ilk saatlerine kadar sürüyor.
Yani uyku haram bu geziye katılanlara.
Fakat zerre kadar katkısı olacaksa barışa. . .
Feda olsun.

* * *

Muhabbet geçen yılın sonunda başlamıştı. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu ve Hollanda Rast Tiyatrosu ortaklığıyla sahneye konan William Shakespeare’in “Hamlet” oyunu İsmet İnönü Sanat Merkezi'nde sergilenirken, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de sahneye çıkmıştı:
“8 bin yıldır yaşamın hiç kesintiye uğramadığı Mezopotamya coğrafyasından, 8 bin yıldır güneşin hiç batmadığı Efes coğrafyasına, İzmir coğrafyasına, Ege coğrafyasına kardeşlik buluşmasını gerçekleştirdik.”

* * *

Güzel sözlerdi bunlar.
Muhabbet, Şubat ayında bu kez İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun aynı güzellikteki sözleriyle devam etti:
“İzmir, Türkiye ve dünyada barışın sağlanması için elinden gelen katkıyı koymuş ve koyacak bir kenttir. Diyarbakır gezisini arkadaşlarla oturur planlarız. En geç 3-4 ay içinde gider hem Baydemir'in konuğu oluruz, hem de Ege'den, İzmir'den, Diyarbakır'a bir esinti götürürüz.”

* * *

İşte o esintiyi, bu gece Cenevre’den dönecek Başkan Kocaoğlu ile beraber; sanayici ve işadamları, belediye başkanları, belediye ve il genel meclisi üyeleri, İzmir'de yaşayan ama artık kendini İzmirli hisseden Diyarbakırlıların temsilcileri, levanten kültürünün ve Musevi dünyasının üyeleri götürecek Diyarbakır’a.
Ayrıca. . .
Bademler Tiyatrosu “Susuz Yaz” oyununu sahneleyecek, Ege Üniversitesi Konservatuvarı Türk Halk Oyunları Bölümü harika bir “zeybek gösterisi” yapacak, İzmir ve Diyarbakır türküleri söylenecek hep bir ağızdan.
İşin en ilginç yanlarından biri de, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı ile İzmir’in yeni Valisi Mustafa Toprak ilk kez Diyarbakır’da buluşacak.
Ve bakalım, yarın daha neler olacak?

CHP’li üç başkan kim? / Feyzi Hepşenkal / 22 Mayıs 2013



CHP’li üç başkan kim?

Barış Yarkadaş yazdıklarında iddialı.
Öyle “mış’lı miş’li” laflar etmiyor çünkü.
Gördüğünüz gibi. . .
“Ertuğrul Günay, isimleri bende saklı olan üç başkanla, 20 gün önce yemek yedi. Günay bu üç ismi, ‘AK Parti'den aday olun’ diyerek partisine davet etti. Öyle ki; bu üç belediye başkanından biri, Aydın mitinginin olduğu gün, yine Ertuğrul Günay'la buluştu. Mitinge gelmek yerine, Günay'la buluşmayı tercih etti” diyor.
İzmir’deki üç ilçenin CHP’li başkanları acaba kimler?
Barış arkadaş yine diyor ki:
“Bu üç belediye başkanının isimlerini şimdilik yazmayacağım. Bakalım çıkıp kendileri ‘Evet, bize teklif geldi’ diyecekler mi? Yoksa hem CHP'yi hem de AKP'yi idare etme yolunu mu seçecekler?”
O üç başkan hakkında benim sadece “tahminim” var.
Bildiğim ise daha bir süre, hem CHP'yi hem de AKP'yi idare edecekleri!

Tek karelik kütüphane / Feyzi Hepşenkal / 22 Mayıs 2013



               Tek karelik kütüphane

21 Mayıs 2013 Salı

Ey halkım, konuş artık / Feyzi Hepşenkal / 21 Mayıs 2013


Ey halkım, konuş artık

Gece vakti gökyüzüne baktığınızda, yıldızların biri yanar, biri söner.
Bazen de biri, kayıp gider!
Cumhuriyet Halk Partisi de öyle.
Gökyüzündeki “yıldızlar topluluğu” gibi.
Kimin ne zaman parlayıp, ne zaman söneceği belli değil.
“Kaydı” sandığınız bile hiç beklenmeyen bir anda dönüveriyor geri.
İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler’e bakın meselâ.
Hop geliyor.
Hop gidiyor.
Ve şimdi kendisinin “İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı” konuşuluyor olmalı ki, bu konuda ne düşündüğü soruluyor Birgül Hanım’a.
O da cevaplıyor:
“Birincisi bu konuyu düşünmek için erken. İkincisi ise şu anda milletvekiliyim. Üçüncüsü böyle bir göreve yakıştırılıyor olmaktan ötürü çok mutluyum. Milletvekili olarak seçim sürecine girdiğimde birkaç kez benim için ‘merkezden ithal aday, bu İzmirli değil ki’ denmişti. Demek ki bu takdir ve belediye başkanlığına layık görülme durumu ile görevimi ‘hak etmişim’ diye düşünüyorum. Bana İzmir halkı, ‘gel beraber yaşayalım, üstlen İzmir’in sorumluluğunu’ diyor.”

* * *

İzmir halkı mı bir enteresan, yoksa İzmir halkından “gaipten gelen ses” misali mesaj alanlar mı?
En iyisi sosyologlar ve medyumlar, bu “klinik vakayı” mutlaka araştırmalı!
Çünkü Hakan Tartan’a sorsan, İzmir halkı “en çok kendisini” istiyor.
Hüseyin Aslan desen, o zaten “İzmir halkının gönlünde yatan” bir aslan!
Geç öbür tarafa.
İzmir halkı Binali Yıldırım’ı da istiyor, Ertuğrul Günay’ı da!
Hele Rıfat Sait. . .
İzmir halkına göre, o doğuştan aday!

* * *

Ey halkım.
Susma artık.
Konuş.
İstediğin nedir, kimdir?
Bak işte.
Sen susup, sessiz kaldıkça; senin adına konuşundan geçilmiyor ortalık.
Önünü gelen daldırıyor elini cebine, bol keseden harcıyor sana ait olanı.
Ey halkım.
Susma.
Konuş artık.
Tavrını, tercihini açıkça ortaya koy.
Senin adını kullanarak, seni kandıramaya cesaret edemesin hiç kimse!

Gezelim görelim. . . / Feyzi Hepşenkal / 21 Mayıs 2013


Gezelim görelim. . .

Sayın Başbakan ABD gezisine “çoluk çocuk” ve hatta “torun torba” gitti.
Ya da güzel Türkçemizdeki diğer ifadeler ile “ailece” veya
“maaile” Beyaz Sarayı gördüler ama en önemlisi Silikon Vadisi’ni gezdiler.
Burada insansız giden otomobile bindiler.
Google’ın yeni gözlüğünü denediler.
Microsoft yazlım şirketini ziyaretinde ise memleketleri Rize'nin Güneysu İlçesi'ni uydudan seyrettiler.
Ne mutlu onlara.
Ve bu arada. . .
Sayın Başbakan, Silikon Vadisi’nin benzerini İstanbul’da gerçekleştireceklerini açıklamış.
Zaten bir Silikon Vadisi eksikti İstanbul’da.
O da olsun.
Tam olsun.

Tek karelik gemicik! / Feyzi Hepşenkal / 21 Mayıs 2013


                                     Tek karelik gemicik!

20 Mayıs 2013 Pazartesi

Kasırga ya da Aera! / Feyzi Hepşenkal / 20 Mayıs 2013


Kasırga ya da Aera!

Kemal Anadol “Kasırga” ya da “Aera!” adlı son romanını anlatırken şöyle diyor:
“Anadolu, Balkanlar ve Akdeniz’de yüzyıllardır iç içe yaşayan halkların İkinci Dünya Savaşı cehenneminde savrulup giden hayatları ve ayakta kalmaya çalışan insanların romanı.”
”Kasırga’da esas olarak anlatılan, Nazi ordularının Yunanistan’ı işgaliyle başlayan süreçte Yunan Kralı İkinci Georgios’un Kahire’de İngiltere’nin himayesinde sürgün hükümeti kurması ve hem Ege Adaları’nda hem de anakara Yunanistanında Yunanistan Komünist Partisi’nin önderliğinde faşizme karşı direnişi.”
“Kurtuluş Savaşı biteli daha 20 yıl bile olmamışken, geçmişi unutan, eski hesapları bir yana bırakan Türk halkının, Hitler’in açlıktan öldürdüğü Yunanlılara Kurtuluş ve Dumlupınar gemileriyle bin bir güçlükle insani yardım yetiştirmeye çalışmasını okurken, antifaşist direnişin ve İç Savaş’ın kızgın koşullarında yaşanan bir aşkın da tanığı oluyorsunuz.”
Ve devam ediyor Kemal Anadol:
“Kitabımı, bu cehennemde, faşizme ve emperyalizme karşı yiğitçe direnen Elen halkına ve bu uğurda can verenlerin aziz anılarına ithaf ediyorum.”
Şu kadarı bilenmeli ki, o ithafın muhatabı olanlar, tam 300 bin kişi.
1941-42 kışında hepsi de, açlıktan öldüler.

* * *

Kemal Anadol “Karşı Yaka Memleket” ve “Büyük Ayrılık” kitaplarında olduğu gibi, bir “Ege romanı” yazmış yine.
Tamam.
Yunan halkının direnişi ana tema ama “bizim kıyılar” da eksik olmuyor hiç.
Ya Hâfız Yaşar’ın “hicazkâr” makamındaki şarkısı ile Kuşadası yansıyor satırlara:
“Bir yâr sevdim Kuşadalı
Boyu posu edalı
Meğer o da sevdalı olmuş
Üç beye ayrı ayrı
Birincisi paralı, ikincisi sevdalı, üçüncüsü belalı”

* * *

Ya “Thasos’a umut vermişti Foça’da çalışmak. Ama depolar çok yorucuydu. Sabahtan akşama kadar kürekle mavnalardan tuz atılıyor, bazen çuval dolduruyor, bazen çuval taşıyordu” diye, Foça. . .
Ya da “Çeşme Davası” Behçet Necatigil’in şu dizeleri eşliğinde, hatırlanıyor hüzünle:
“Ben uzaklarda olmalıyım, çok uzaklarda
Acılar unutulduktan sonra
Dönmeliyim.”

* * *

Dönersek yine başa.
Kemal Anadol nice kalem erbabından usta bir yazar.
Politikayı artık boş vermeli bence.
Kendini tümüyle yazmaya adamalı.
İki yaka arasında bazen “kasırga” gibi, bazen “imbat” gibi esip; yeni öyküler anlatmalı.