29 Aralık 2013 Pazar

İzmir 30 yılda ikinci kez yok /

İzmir 30 yılda ikinci kez yok

Bazı bakanlar, milletvekili seçildikleri şehrin gelişmesine çok şey katar.
Kimi de bakandır ama…
O kadar!
Yine de bir Kabine’de bir şehirden bakan bulunması “hiç yoktan” iyidir.
Bakanlar Kurulu’nda “İzmirli bakan” vaziyetine bakmak için, kaç yıl geriye gidelim; 30 yıl yeter mi?
Yani 12 Eylül sonrası kurulan 1. Özal Hükümeti.
İşte bu hükümette İzmir milletvekilleri Kaya Erdem Başbakan Yardımcısı, Vural Arıkan da Maliye Bakanı’ydı.
Ve sonra…
2. Özal Hükümeti: Başbakan Yardımcısı Kaya Erdem, Devlet Bakanı Işın Çelebi, Tarım Orman ve Köyişleri Bakanı Hüsnü Doğan.

* * *

Yıldırım Akbulut Hükümeti: Devlet Bakanı Işın Çelebi, Devlet (sonra) Milli Savunma Bakanı Hüsnü Doğan.
1. Mesut Yılmaz Hükümeti (5 ay sürdü): YOK.
7. Demirel Hükümeti: Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Enerji Bakanı Ersin Faralyalı.
1. Tansu Çiller Hükümeti: Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü, Bayındırlık Bakanı Halil Çulhaoğlu, Sağlık Bakanı Rıfat Serdaroğlu, Ulaştırma Bakanı Mehmet Köstepen.
2. Tansu Çiller Hükümeti (25 gün sürdü): Devlet Bakanı Işılay Saygın.
3. Tansu Çiller Hükümeti (4 ay sürdü). Devlet Bakanı Işılay Saygın.
2. Mesut Yılmaz Hükümeti (4 ay sürdü) Devlet Bakanları Rüşdü Saraçoğlu, Ufuk Söylemez; Turizm Bakanı Işılay Saygın

* * *

Necmettin Erbakan Hükümeti: Devlet Bakanları Işılay Saygın, Sabri Tekir, Ufuk Söylemez.
3.Mesut Yılmaz Hükümeti: Devlet Bakanları Işılay Saygın, Rıfat Serdaroğlu, Işın Çelebi, Şükrü Sina Gürel; Adalet Bakanı (sonradan) Hasan Denizkurdu.
4. Bülent Ecevit Hükümeti (4 ay sürdü): Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel, Çalışma Bakanı Hakan Tartan.
5. Bülent Ecevit Hükümeti: Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel (sonradan) Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı, Maliye Bakanı Sümer Oral, Ulaştırma Bakanı (sonradan) Oktay Vural, Sanayi ve Ticaret Bakanı Kenan Tanrıkulu, Kültür Bakanı (sonradan) Suat Çağlayan.

* * *

Abdullah Gül Hükümeti  (4 ay sürdü): Devlet Bakanı Mehmet Aydın.
1.Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti: Devlet Bakanı Mehmet Aydın.
2.Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti: Devlet Bakanı Mehmet Aydın, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül.
3.Recep Tayyip Erdoğan Hükümeti: Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay (ayrıldı), Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım (ayrıldı) ve şimdi YOK.

* * *

Şekilde görüldüğü gibi, İzmir’in “yok sayıldığı” iki Bakanlar Kurulu var.
İlki, dört aylık 1. Mesut Yılmaz Hükümeti.
Ve ikincisi…
ŞİMDİ.

Hayırlı olsun!

28 Aralık 2013 Cumartesi

Önce has adamlar gitti

Önce has adamlar gitti

Başbakan yeni bakanları “kendine yakın kişilerden” seçmiş(miş)(miş).
Ne demek bu, gidenler ona “uzak” mıydı yani?
İktidar tayfası da bir âlem.
Kıvırayım derken, tam göbekten kırılıyor hemen!
İstifa furyasında adı öne çıkan iki kişiye bakın hele.
“Ne yaptıysam Başbakanın talimatıyla yaptım, o da istifa etsin” diyen Erdoğan Bayraktar’ı tanıyın önce.
Kim bu adam?
1989-1999 yılları arasında İstanbul Büyükşehir ve Eminönü Belediyelerinde Belediye Meclis Üyeliği yapmış.
Yapmış ama herhalde ANAP veya SHP’den değil!
1995-1999 yılları arasında KİPTAŞ Genel Müdürü olmuş.
Ya KİPTAŞ ne?
“1994 yerel seçimleri sonrasında, İstanbul Konut İmar Plan Sanayi ve Ticaret A.Ş. unvanını alarak yeniden yapılandırılan ve 8 Mart 1995 yılında kuruluşunu tamamlayarak faaliyete başlayan” bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi kuruluşu.”
Tarihler dikkatinizi çekmiş olmalı.
Tam da Recep T. Erdoğan’ın, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu zaman.
AKP iktidarı kurulur kurulmaz da hop, Bayraktar TOKİ’nin başına geçmiş ardından.
        
* * *

Öne çıkan öteki kişi, “Emniyet teşkilatımızın fedakar ve vefalı personeline yönelik son günlerdeki uygulamalar ile bağımsız yargı ve tarafsız mensupları hakkındaki düzenleme ve değerlendirmeler, akıl, hukuk ve adalet anlayışı ile izah olunamamaktadır” diyerek, AKP’den istifa eden İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin elbette.
Ya o kim?
İçişleri Bakanlığı’nda Mülkiye Başmüfettişi iken, 1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcılığı görevine atanmış.
Belediye’nin personel, idari, hukuki, sosyal ve kültürel hizmet birimlerinin yönetiminde bulunmuş.
1999 yılından sonra da, İBB Başkan Danışmanlığı ve Teftiş Kurulu Başkanlığı yapmış.
Yine ve yani, o da Erdoğan’ın belediye başkanlığından kalma ve gelme biri.

* * *

Hiç kimse kıvırmasın.
Erdoğan Bayraktar ile İdris Naim Şahin’e sövüp, saymasın.
Çünkü ikisi de, Başbakanın has adamıydı.
En yakınıydı.
“Neymiş” efendim.
Erdoğan “çürük elmaları ayıklamış” mış… Yerlerine “güvendiği insanları almış” mış.
Hadi be.
Bari dalga geçmeyin milletle.



Bastır Kemal abi

Kemal Çolakoğlu, Twitter’dan cümle âleme duyuruyor:
“İzmir Ticaret Lisesi; Ticaret Müzesi/ Kültür Merkezi olmalı.  Okul kent dışında, kolay ulaşılan, temiz havalı, geniş bahçeli modern binaya taşınmalı.”
“Kaç senedir boş duran Alsancak Garı yanındaki tarihi TEKEL fabrikasını İzmirlilere kazandırmamak ne ayıp. Altına otopark yapılması şartıyla.”
“İzmir’in önümüzdeki 5 yıl en önemli projesi, Kemeraltı’nı 24 saat yaşayan ALTSTAD haline getirmek olmalı.”
“Konak’taki eski Devlet Hastanesi, İzmir'e Sağlık Müzesi olarak kazandırılmalı.”
“Alsancak Garı önündeki yol yeraltına alınmalı. Hem trafik rahatlamalı hem de Gar dahil, oradaki tarihi binaların önü geniş park ve meydan olmalı.”
“İzmir Limanı’nın girişindeki renkli TMO siloları otel olmalı.”
“Karşıyaka Alaybey Tersanesi kaldırılmalı, yerine dünyanın en güzel marina-parkı yapılmalı.”
(Benim notum: Hele ki, şu son akıl almaz faciadan sonra…”



Tek karelik şişte balık












26 Aralık 2013 Perşembe

İlk haberi bir astrologdan aldım / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 27 Aralık 2013


İlk haberi bir astrologdan aldım

İlk haberi kimden aldım biliyor musunuz?
Hayır.
Bilemezsiniz.
Sorun hadi…
İşlerin içindeki bir politikacıdan mı?
Üst düzey bir bürokrattan mı?
Kulağı delik bir gazeteciden mi?
Polisten mi? Savcıdan mı?
Hayır. Hayır. Hayır.
Bilemediniz.
Bilemezsiniz.
İlk haberi, istifaların Türkiye’yi sarstığı günün öncesindeki gece astrolog Yasemin Boran verdi.
Peş peşe dört Twitle:
“Yarın sabah duyacaklarımız fikirlerimizin değişmesine neden olabilir. Veya duyduklarımızdan etkilenecek ve daha derin düşüneceğiniz...
“Sanırım şu anda düşüncelerimizi derinden etkileyecek kararlar alınabilir veya açığa çıkan olaylar düşüncelerimizi derinleştirebilir...
“Güç mücadelesinin yeni bir boyut kazanacağını işaret eden gökyüzünün konumu aynı zamanda potansiyel gücün uyanacağını gösteriyor.
“Zor bir süreç içindeyiz... Ancak ‘Zor işleri kim başarabilir’ ancak yapabilme gücü olanlar... Yani manasız değil... Manayı anlayan gerek!”

* * *

Yasemin Hanım’ın dediği gibi, yaşanan olayların manasını anlamak gerek.
Oysa kendisi bu satırları yazarken, Egemen Bağış, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan; otobüsün üzerinde, Başbakan’ın yanı başında, anlamsız gülücükler dağıtıyordu etrafa.
Ne oldu sonra?
GÜM.

* * *

İstifayı falan geçin.
O saate kadar durdukları kabahatti zaten.
Asıl önemli olan sonrasında olanlar.
Yeni yolsuzluk iddiaları karşısında devletin içine düştüğü, daha doğrusu çöktüğü an.
Barolar Birliği Başkanı Feyzioğlu bu durumu ne de güzel özetledi:
“Önce baskıcı devlettik, sonra yatak odalarına giren polis devleti olduk. Şimdi yürütme ve yargı iç savaşa tutuştu. Devlet olmaktan çıkıyoruz.”
Daha düne kadar iktidarı savunan eski savcı Gültekin Avcı ise “savcıların talimatına direnen polis müdürlerinin” tavrına noktayı koyuverdi:
“Hukuk siyasete ayak bağı haline gelince bu kanun maddeleri kor gibi batar insana. Bilmeyenler komplo der çıkar.”
Ve nihayet, Zaytung’un gırgır haberleri okur okur güleriz ağlanacak halimize:
“Yeni kabinede ismi açıklanmayan Egemen Bağış bağımsız bakan olacağını açıkladı…”


Ve bir veda

Sevgili dost Süha Baykal’ı da yitirdik kara 2013’te.
Onu uğurlarken, anılara sığınıyorum yine.
İlki şu.
Yeni Asır’da “Şehir ve İnsan” adıyla bir dizi açık oturum yapmıştım. Ege’yi dolaşıyor ve belediye başkanları ile halkı buluşturuyordum.
Sonra Süha Baykal katıldı aramıza. Ve bu ismi onun hazırladığı köşeye verdik. İyi de ettik.
Konak Belediye Başkanlığı döneminde, Efes Oteli'nin arkasındaki yolu trafiğe kapatmaya karar vermişti Süha Baykal.
"Buraya bir isim verelim, adı ne olsun?" dedi.
Dedim ki:
"Sen gönül insanısın. Adı 'Sevgi Yolu' olsun."
Ve o isim, daha sonra trafiğe kapanıp, insanların rahatça gezip, dolaşmasına olanak veren tüm yolların ortak adı oldu.
Şimdi babacığı Hakkı Amca'yla şiirler söyleyecekler karşılıklı.
Huzur içinde yatsınlar.


Tek karelik hazırlık!








Bazı sorular can yakar / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Aralık 2013



Bazı sorular can yakar

İktidar ile “paydaş” olanlar, mecburen “yandaş” da olmak zorundalar.
İktidarın işine gelmeyen, canını sıkan ne varsa, daha uyarı, şikayet ve hatta minik bir serzeniş bile gelmeden; gereğini yapmalılar.
Örnekse…
“Kelime oyunu” gibi, gayet masum bir programda kullanılan “tek sözcük” o programı infaz etmeye yetmeli.
Sahi.
Ali İhsan Varol, ne sormuştu en son?
Altı harfli bir kelime…
“Halk ağzında rüşvet alan…”
Doğru yanıt neydi?
Yiyici.
Vay.
Sen misin böyle soru soran!
Ali İhsan kardeşin işi, anında bitirildi.
İstedikleri kadar mazeret üretsinler.
Biliriz…
Hiçbir şey bulamazlarsa “gözünün üzerinde kaşı var” derler!
Elhak doğru.
Gerçekten de gözünün üzerinde kaşı vardı!
Madem öyle, Ali İhsan Varol kendine yeni bir TV kanalı bulana dek, ara sıra biz sürdürürüz aynı oyunu köşemizde.

* * *

Ve yeri gelmişken, herkesin duymasını, bilmesini istediğim bir konu var.
O da, arkadaşımız Tuncay Özkan’ın kızı Nazlıcan’ın, Twitter’da yankılanan feryadı:
“Bakan çocukları anne börekleriyle beslenmiş, tamam. Ama ben 15 yaşımdayken cebimden şeker çıktı, diye niye beni soydunuz Metris cezaevinde?”
Of. Of.
Bu ne yaman soru?

* * *

Hey.
İktidarın gelmiş, geçmiş Adalet bakanları; cevap verin.
Bakın ne diyor Nazlıcan:
“Bakan çocukları anne börekleriyle beslenmiş, tamam.”
Yüreği yumuşacık Nazlıcan’ın.
“Adam kazık kadar olsa da, anasının kuzusudur” yani!
“Eyvallah” diyor buna.
Fakat 15 yaşındaki bir kız çocuğunu, cebindeki şeker için neden soydunuz cezaevi kapısında?
Ses verin, hey.
Yüreğiniz varsa, vicdanınız varsa, adaletten zerre kadar nasibini almışlığınız varsa…
Ses verin, cevap verin.



Kelime Oyunu

On ayrı cevabı olan, tek soru:
“İnsanları ‘Her yer rüşvet, her yolsuzluk’ diye bağırtan, ruh hali nedir?”
Cevap 1- . a . a . . a . . . .
Cevap 2- . . z . .
Cevap 3- . ı . ı . . .
Cevap 4- U . u . . u . . u .
Cevap 5- . . . . l m .
Cevap 6- Ç . . . . . . . . k
Cevap 7- . . . e
Cevap 8- . . y . .
Cevap 9- . . f . . .
Cevap 10- . . . . r . t
Neyse.
Sizi yormayım fazla.
Zira “karamsarlık, hüzün, sıkıntı, umutsuzluk, bunalma, çaresizlik, öfke, kaygı ve nefret” ile doluyuz fazlasıyla.
Bereket…
Hepsinin üstesinden gelecek bir şey de var elde, cesaret.




Tek karelik kış

25 Aralık 2013 Çarşamba

Bağlı pabuç kutusu! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Aralık 2013



Bağlı pabuç kutusu!

Kim demiş, ne zaman demiş, bir muamma olsa da; “en iyi savunma, saldırıdır” sözünü hemen herkes bilir ama…
En iyi bilenler de, uygular daima!
Gezi olayları sırasında da öyle olmuştu.
Başbakan, günü geldiğinde üç-beş kere mikrofonu eline alıp, yeri göğü inletmişti:
“Perdenin arkasında illegal örgütlerin, terör örgütlerinin saldırıları var. O perdenin ardından güya sanatçıların yazarların sözüm ona siyasetçilerin tahrikleri var. Siyasi hesaplar, ekonomik tuzaklar, büyük Türkiye'ye yönelik kirli senaryolar var.”
Biraz karıştırın arşivi.
Buna benzer daha çok laf çıkacaktır karşınıza.
Ve savunma stratejisini “suçlama” düzeyinden “saldırı” boyutuna çıkarmıştı hızla:
“Taksim Meydanı’na 30 bin kumanyayı kimlerin gönderdiğini gayet iyi biliyoruz. Kendi otellerinde terörle işbirliği yapanları yatırıp kaldıranları çok iyi biliyoruz. Bunların hesabı sorulmayacak mı?”

* * *

O zaman işe yaramıştı bu taktik.
Halkı ikiye bölmek pahasına, saflar sıklaşmış, oylar korunmuştu.
Eh.
Bir yerde işi kolaydı.
5-6 ay önce meydanları dolduranlar, kendi halinde insanlardı ve onların içine sızarak, ortalığı kırıp, döken ve de kendisine istediği ortamı hazırlayan marjinal gruplar vardı karşısında.
Bu kez durum farklı.

* * *

Paralel yapı.
Eşkenar dörtgen!
Her neyse adı…
Bu sefer pabuç bağlı.
Üstelik pabuç kutularından çıkan deste deste paralar da, işin cabası!

* * *

Deniyor yine, en iyi savunma saldırıdırı:
“Birileri varsın kula tapsın, Türkiye'ye tuzak kuran o elleri kırarız.”
“Uluslararası örgütler bu işin içinde…”
“Bunlar huzuru bozmak, terörü geri getirmek istiyorlar, bundan rahatsız olanlar, faizi yükseltmek isteyenler var.”
"CHP, MHP, TÜSİAD, kirli bir ittifak içindeler. “
"Bu tuzak çözüm sürecini baltalamak için çıkartılmıştır ve biz bu oyunu birlikte bozacağız..."
“Devlette paralel yapı kurmak isteyenler, devletin kurumları içerisine sinenler, şunu bilesiniz ki istediğiniz kadar oralara yerleşin, ininize gireceğiz ininize.”
Artık in midir, cin midir; bilmem.
Şişeden çıktı bir kere!



Alkışlar Hüseyin Aslan’a

Siyaset her zaman itiş kakış değildir.
Siyaset her zaman bağırış çığrış değildir.
Siyaset her zaman mücadele, rekabet, çekişme değildir.
Siyaset hele kavga hiç değildir.
Yeri geldiğinde nezaketi ve zarafeti tercih edenler, alkışı da hak ederler.
Tıpkı…
Şu sözlerin sahibi gibi:
“Cumhuriyet Halk Partisi’nin İlçelerine ve Parti kararlarına saygılı üyesi olarak Sayın Kocaoğlu’nun İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adaylığı’na gösterilmesini de saygıyla karşılıyorum.
Sayın Kocaoğlu’na dünden itibaren başlayan seçim sürecinde de başarılar diliyorum. 
Bundan sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir’de, yerel seçimlerde başarılı olabilmesi için yapılabilecek her türlü çabanın ve çalışmanın içinde olacağımı da özellikle vurgulamak istiyorum.”
Ben de bu zarif tavrı nedeniyle Hüseyin Aslan’ı kutluyorum.



Tek karelik popopark!

24 Aralık 2013 Salı

17 Şubat, saat 17 / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 24 Aralık 2013


17 Şubat, saat 17

Hep aynı şeyi yazıp, söyledik. Hiçbir büyük parti, özellikle hiçbir büyük şehirde, görevdeki belediye başkanını değiştirerek seçime girmez.
GİREMEZ.
Çünkü durum tecrübe ile sabitti.
İşte İzmir’in son 20 yıldaki seyrüseferi…
1984 yılında, ANAP’tan Burhan Özfatura belediye başkanı seçildi.
1989 yılında ANAP’ın adayı, yine Özfarura’ydı ama SHP’den Yüksel Çakmur seçildi.
1994 yılında SHP’nin adayı yine Çakmur’du ama DYP’den Burhan Özfatura seçildi.
1999 yılında DYP’nin adayı yine Özfatura’ydı ama DSP’den Ahmet Piriştina seçildi. Sonra CHP’ye geçti.
2004 yılında CHP’nin adayı Piriştina’ydı, seçimi yine seçimi kazandı. Ve kader, vefat etti. Yerine Aziz Kocaoğlu geldi.
2009 yılında, CHP’nin adayı Kocaoğlu’ydu ve tekrar seçildi.
Ve sırada 2014 seçimi var, CHP’nin adayı yine Kocaoğlu.

* * *

Başka illere bakın…
Aydın’da Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu, Muğla’da Belediye Başkanı Osman Gürün, Eskişehir’de Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Edirne’de Belediye Başkanı Hamdi Sedefçi, Mersin’de Belediye Başkanı Macit Özcan, Çanakkale’de Belediye Başkanı Ülgür Gökhan, Antalya’da Belediye Başkanı Mustafa Akaydın; hepsi yeniden CHP’nin adayı oldular.

* * *

Durum, AKP için de ayniyle vaki…
Ankara’da Melih Gökçek, belli ki, AKP’nin adayı olacak kaybedene dek!
İstanbul’da Kadir Topbaş da öyle.
Konya’da Tahir Akyürek de öyle.
Kayseri’de Mehmet Özhaseki de öyle.
Samsun’da Yusuf Ziya Yılmaz da öyle.

* * *

Ve tabii, MHP…
Manisa’da Cengiz Ergün…
Balıkesir’de İsmail Ok, tekrar MHP’nin adayı değiller mi?

* * *

Partilerin açıklanan adayları, aday listelerinin seçim kurullarına verecekleri son gün olan 17 Şubat 2014’e kadar değişemez mi peki?
Bu gözler neler gördü.
Yani.
17 Şubat saat 17’ye kadar her şey mümkün.
Allah korusun.
Ölüm var, kalım var en başta.
Sonra yapılacak “pazarlıklar” var, şurada, burada.
Bazı yerlerde iş o noktaya gelebilir ki, “Ya benim dediğim olur ya da…” sözcükleri uçuşur havada.
Al sana, yandı gülüm keten helva!


Elde var hüzün

Şu an 2950 belediye başkanı var Türkiye’de.
26'sı kadın sadece.
Tablonun oransal ifadesi ne?
Binde 8,8.
Yani.
Hiç’ten biraz fazla!
Üstelik 26 kadın belediye başkanının 8’i beldelerde.
Yani.
Üç ay sonra “yoklar” zaten!
Ötekilerin çoğu Doğu ve Güneydoğu’da.
Yani.
BDP’li.
Yine yani.
AKP, CHP ve MHP’den seçilen kadın belediye başkan sayısı iki elin parmaklarından az.
Ve şu an partilerin açıkladıkları aday listelerine bakıyor ve kadınları yine ve de yeterince ciddiye almadıkları görüyorum.
Elbette...
Hüzünle.




Tek karelik Noel hediyesi!

23 Aralık 2013 Pazartesi

Üç noktalı aday! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege/ 23 Aralık 2013


Üç noktalı aday!

Binali Yıldırım’ın adaylığını kırk farklı açıdan yorumlayabilirim.
Günü geldiğinde her biri hakkında yazacağım çok şey var ama önceliği “üç noktaya” vermek isterim.
Birincisi…
AKP’nin tüm belediye başkan adayları arasında, onu herkesden farklı kılan, tartışmasız “tek seçici” olmasıdır.
Hani fiziken mümkün olsa, gökteki yıldızı bile alıp, İzmir’in herhangi bir yerinden aday yapabilecek kudrete sahip Binali Yıldırım.
Örneğin dese ki Başbakan’a:
“Karşıyaka’da seçimleri ancak Egemen Bağış’ı aday gösterirsek kazanma ihtimalimiz var.”
Önüne ardına bakılmadan, Egemen Bağış anında ışınlanır Karşıyaka’ya.
Ah. Ah.
Keşke öyle bir şey olsa!

* * *

İkincisi…
Böylesine kudretli olmak ne denli büyük bir avantaj ise İzmir gibi şehirde “ithal aday” olmak ise en az kadar zorlu bir engeldir Binali Yıldırım için.
Milletvekilinin ithaline şerbetliyiz.
Her seçimde birileri gelir, getirilir.
Listelerin orasına burasına konup, milletvekili seçilir.
Nitekim 2011 yılında bizzat kendisi de aynı fasıldan,  milletvekili adayı yapılmıştı İzmir’de.
Fakat sıra belediye başkan adaylığına gelince…
Hop.
Orada durun işte.

* * *

1960’lı yıllardan bugüne…
Osman Kibar, İhsan Alyanak, Burhan Özfatura, Yüksel Çakmur, Ahmet Piriştina, Aziz Kocaoğlu; hiçbiri hakkında “İzmirli mi, değil mi” tartışması yapılmadı, yapılamazdı.
Aynı durumun aksi geçerli bugün.
Binali Yıldırım, yine tartışmasız İzmirli değil.
Güç, kudret, para, pul; bir yere kadar işe yarar.
Kimi gazeteler her gün “tam sayfa” reklâm yapsa, nereye kadar?
Binali Yıldırım günde 40 defa “Ben İzmirliyim” dese kaç yazar?

* * *

Üçüncüsü ise ilk iki nokta ile birlikte tüm faktörleri anlamsız kılacak “malum” gelişmelerdir elbet.
Yaşanan fırtınanın kasırgaya dönüşme ihtimali, fazlasıyla kuvvetli.
İşin ucu nereye varacak?
O toz duman içine daha kimler katılacak?
Say sayabildiğin, sor sorabildiğin kadar.
Ne var ki, benzer soruların yanıtını henüz bilemiyoruz.



Hesabı bilmek lâzım

Bir başka fırtına da CHP’de kopmak üzereydi, şu son olaylar yaşanmasa.
Neymiş, Ankara’da Mansur Yavaş, CHP’nin Büyükşehir Belediye Başkan adayı olur muymuş?
“Olmasın” diyenlere söyleyebileceğim şu:
- Eğer CHP’nin Ankara’da seçimi kazanmasını istemiyorsanız veya daha da önemlisi, Melih Gökçek’in o koltukta oturmaya devam etmesini istiyorsanız; hiç kuşku yok. Mansur Yavaş CHP adayı olmamalı!
Fakat bunun tersini düşünüyorsanız, işte o zaman CHP adayı Mansur Yavaş’ın ciddi biçimde seçimi kazanma ihtimali var.
Hesap ortada.
2009 yerel seçimindeki sonuç, kayıtlarda:
AKP adayı Melih Gökçek, 939.672 oy.
CHP adayı Murat Karayalçın, 763.089 oy.
MHP adayı Mansur Yavaş, 667.837 oy.
Söyleyin şimdi:
Mansur Yavaş, CHP adayı olsun mu, olmasın mı?




Tek karelik farklılık

21 Aralık 2013 Cumartesi

Ne olacak şimdi? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 22 Aralık 2013


Ne olacak şimdi?

Kim, kiminle ve nerede karşılaşırsa karşılaşsın, hep şu sorunun muhatabı oluyor:
“Bundan sonra ne olur?”
Sonrası monrası yok.
Sürekli bir şey oluyor zaten.
İktidar “yamuk” gördüğü her noktaya, hınçla saldırıyor.
Polis müdürü, savcı, Maliye bürokratı, TRT gazetecisi artık Allah ne verdiyse gözünün yaşına bakmadan; elde satır, pırasa gibi doğruyor.
Görevden almalar bence işin yumuşak tarafı.
Sert olanı da “tez vakitte” gelecek mutlaka.
Ya öte taraf, boş mu duracak?

* * *

Aynı muhabbet, Cuma günü Radyo Pause’daki “Konuşmanın Tam Zamanı” programımızın da, doğal gündemiydi elbet.
Yine elbet, Aylin Süphandağlı da “Bundan sonra ne olacak?” sorusunu yöneltti hemen.
Orada çok şey söyledim ama gazeteci Ahmet Şık’ın Twitter’da paylaştığı bir dizi tespit ve öngörüyü aktarmadım edemedim.
Çünkü Ahmet Şık hem iktidarın, hem Cemaat’in sillesini yemiş ve “yok yere” bir yıl hapis yatmış biriydi.
Ayrıca yazdıkları da çok önemliydi.
Neydi onlar?

* * *

Önce tespitleri…
“Kılıçların kınına hiç girmediği bu savaşta artık geri dönüş yok. Taraflardan birisi yok olana dek sürecek bir savaş bu.
Polis teşkilatındaki tasarrufları AKP’nin misillemesi olarak görmek hata olur. Bu sadece olası yeni saldırıların önünü kesmek için.
Cemaatçi bilinen polis, yargı mensupları ve ‘sivil’ alanda görünen kimilerinin cemaat eksenli örgüt davasının özneleri olacağı kesin.
Bir süredir hazırlıkları yürütülen bu örgüt davasının önü kesilmek için mi yolsuzluk operasyonu başlatıldı?
Yoksa Cemaat, ‘Hırsızlığı soruşturduğumuz için hedef olduk’ savunmasıyla kamuoyunun karşısına çıkacağı için mi düğmeye basıldı?”

* * *

Ve sonra, asıl mesele…
“AKP ne yaparsa yapsın artık çok geç. Bu yüzden şu ana kadar ortaya saçılanlar için söylenecek tek söz var: Bu daha başlangıç.
Esas hamle yolda. İddialar 4 bakanla sınırlı kalmayacak. Sırada başka bakanların da olduğu konuşulmaya başlandı bile.
Herkes nefesini tutsun ve nihai hedef olan RTE ya da yakın aile üyeleriyle ilgili sızdırılacak olanları beklesin.
Şu ana dek hakkında herhangi ciddi bir iddia ortaya atılmamış olan Erdoğan Bayraktar’la ilgili sızdırılacak olanların arasında kimler var?
Yeni yolsuzluk iddiaları RTE ya da evlatlarını ne kadar ilgilendirecek hep birlikte göreceğiz. Bakanları istifa eden RTE ne yapacak?”

* * *

Sahi…
Ne yapacak?



Diyojen’den bugüne…

Sinop’ta doğan, Sivas’ta yaşayan ve babası ile birlikte “kalpazanlık” suçlamasıyla Atina’ya sürgün edilen Diyojen’i asıl bilinir kılan; elinde fenerle sokaklarda dolaşarak, dürüst bir adam aramasıdır.
Oysa ne elde fenere, ne teknik takiplere, ne kamera kayıtlarına, ne şok baskınlara falan, fazla ihtiyaç yok aslında.
Kim hırsız?
Kim dolandırıcı?
Şöyle bir bakın etrafınıza.
Kuşkulandığınız kişinin yediğine, içtiğine bakın.
Giyimine, kuşamına bakın.
Gezmesine, tozmasına bakın.
Kendisinin ve efradının malına, mülküne bakın.
Ve kazancına bakın.
Veya ödediği vergiye bakın.
Bu göstergeler arasında ciddi bir tutarsızlık varsa ve eğer anasından babasından kalan yüklüce bir miras yoksa o kişiye…
Tamam işte!




Tek karelik tren!

20 Aralık 2013 Cuma

Acı olan ne? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 20 Aralık 2013


Acı olan ne?

Üç bakan… Üç oğul… Evde çelik kasalar… Deste deste paralar… Babalar ile oğullar arasında (geçtiği iddia edilen) tuhaf konuşmalar.
Ve bir video kaydı.
Hiç kimse bunun aksini iddia edemez.
Yüzde yüz gerçek!
Kürsüde Recep Tayyip Erdoğan var.
Adeta falan değil, resmen haykırıyor:
“Bugüne kadar evladından hırsızlık öğrenen baba görmedim, duymadım. Hırsızlık babadan evlada geçer. Evlattan babaya değil. Dolayısıyla yönetimlerde hırsızlık, yukarıdaki üst yöneticilerden alttaki yöneticilere, oradan da halka yansır.”
Haklı.
Ama haklılığını kanıtlamadıktan sonra, attığı nutuk neye yarar?

* * *

Daha fenası böyle bir çaba harcayacağına dair emare yok.
Yine “komplo” diyor.
Yine “tuzak” diyor.
Yine “çete” diyor.
Laf bunlar.
Çünkü iktidar ile cemaat arasındaki kavga beni hiç ilgilendirmiyor.
Mesele de, soru da şu:
"Hırsızlık, yolsuzluk yapıldı mı?"
Tuhaf olan, söylenen şeylerin hiçbiri bu soruya cevap değil!

* * *

Fakat hem Başbakan, hem yardımcısı, hem de medyadaki uzantıları kararlı.
Onların derdi başka.
Resmen “rüşvet ve yolsuzluk skandalını” ortaya çıkaranların peşine düşeceklerini ilan ediyorlar.
Neymiş…
Büyük operasyon!
Nitekim hemen başladı.
Hızla İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere çok yerde “sakıncalı görülen polis müdürleri” beşer onar görevden alındı.
İlk aşamada şunu yazmıştım Twitter’a:
“Biraz daha zorlasalar ‘Hükümeti devirmeye teşebbüs’ deyip, işi Ergenekon'a bağlayacaklar...”
Ateş bacayı sarınca, söze devam ettim:
“Bugün yarı şaka yazdığım bir konu, sanırım ciddiye binecek ve yeni bir ‘Hükümeti devirmeye teşebbüs’ davası açılıp, o çuvalın içine bürokratlardan dernek- vakıf başkanlarına, iş adamlarından gazetecilere kadar çok kişi konacak.”

* * *

Bu arada Twitter ile Facebook’da yine ve yeni bir dünya rekoru kırıyoruz.
Hele Halk Bankası Genel Müdürü’nün evinde bulunan ayakkabı kutuları, her yeri yıktı, geçti.
Şaka şamata gırla gidiyor.
Onlara geçmeden, canımı acıtan şu iki mesajı okuyun lütfen:
“Gezi'de çocuklar öldüğünde bir tek polise dokunmadılar. Ama kendi çocuklarına dokunulduklarında polisi darmadağın ettiler.”
“Bir bakanın oğlunun gözaltına alındığını basından öğrenmesi, bir ananın oğlunun dövülerek öldürüldüğünü öğrenmesinden daha acıklı değildir.”
Söyleyin…
Yalan mı?


Ah Ayten ah!

Yeni Asır’da birlikte çalıştığımız ve epeydir Ankara’da yaşayan sevgili arkadaşım Mustafa Abadan, bir hınzırlık yapmış:
“Şimdi Halk Bankası'ndan geliyorum... Elimde ayakkabı kutusuyla içeriye girdim, inanın müdüre hanım dahil herkes yerlere yıkıldı gülmekten... Hele bir hamile hanımcağız vardı ona işte üzüldüm, altına kaçırdı gülmekten. Sonra alkışlar eşliğinde Halk Bankası'ndan ayrıldım...”
Benzer tepkiler hızla yayılıyor elbette.
Dün sabah önce, Karşıyaka’daki banka şubesi önüne bırakılan ayakkabı kutularının fotoğrafı paylaşıldı örnekse!
Haliyle merak ettim ben de:
- 4,5 milyon dolar kaç ayakkabı kutusu eder?
Ha. Bir de Bülent Arınç’ın konuşmasındaki şu söz müthiş gürültü kopardı:
“Beş kere beş 25 elde var Ayten.”
Yanılmıştı Bülent Arınç.
Ümit Yaşar'ın “Milyon Kere Ayten” şiirindeki cümlenin doğrusu “İki kere iki dört elde var Ayten” olacaktı ve ben o şiiri bugün Radyo Pause’daki “Konuşmanın Tam Zamanı” programında okuyup, Bülent Arınç'ın kulağını çınlatacağım!



Tek karelik halkın kutusu!

19 Aralık 2013 Perşembe

Cevap ver ey cemaat-i Müslim / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 19 Aralık 2013


Cevap ver ey cemaat-i Müslim

Döndük Gezi günlerine… Dört bir yandan haber yağıyor. Olanın bitenin, yazılıp çizilenin haddi hesabı yok.
Ama önce şunu söylemeliyim…
Demokratik ülkelerde, “soruşturmanın selameti” için suçlanan bakanlar, görevden alınmayı beklemeden istifa eder.
Türkiye'de ise “soruşturmanın akameti” için, polis müdürleri görevden alınıyor.
Yetmiyor.
Görevden alamadıkları savcıların “elini kolunu bağlasınlar” diye, aralarına iki yeni savcı gönderiliyor.
O da yetmiyor.
Soruşturmanın başındaki “meşhur” savcı Zekeriya Öz’ün de ipi çekiliyor.
Nedense, Başbakan’ın “Yolsuzluğu babam yapsa cezalandırırım” lafı geldi bir anda aklıma.
Bazı insanlar “tepeden tırnağa değişebiliyormuş” gerçekten.
Aksi halde, yolsuzluk şüphelileri kabak gibi ortada durup, dururken; yolsuzluk iddialarını soruşturan ve de bir zamanlar toz kondurmadığı Savcı Öz’ü neden cezalandırır insan?

* * *

Tamam.
Olayın iktidar-cemaat kavgası nedeniyle patladığını tartışmaya gerek yok.
Yani “sebep” malum.
Ya sonuç?
Yani iddialar.

* * *

Deniyor ki:
“Suç örgütünün olası takipten kurtulmak amacıyla sahte kimliklerle alınmış birebir telefonlarla birlikte ‘kırmızı hat’ geliştirdikleri de dosyada yer aldı. İddiaya göre bu kırmızı hatlardan birini Bakan A.’nın oğlu kullanıyordu, Bakan A.’ya verilen rüşvetler de oğluna teslim edildi.
Deniyor ki:
“Bürokraside karşılaştığı her türlü sorunu rüşvet ile çözdüğü iddia edilen Rıza Zarrab’ın isteklerinin, rüşvet karşılığında Bakan B. tarafından yerine getirildiği iddia ediliyor. Zarrab’ın bu çerçevede 20 milyon 500 bin lira karşılığında euro ve dolar rüşvet verdiğinin tespit edildiği iddia edildi.”
Deniyor ki:
“Soruşturma dosyasında Bakan C.’nin Rıza Zarrab’ın bürokratik işlemlerini takip ettiği, bunun karşılığında ise 3 milyon TL karşılığında (dolar bazında 1.5 milyon dolar) rüşvet aldığı iddia edildi.”

* * *

Deniyor ki:
“İnşaat ihalesi verilen şirketlerin altyapı işlerinin Bakan Bayraktar’ın oğlunun gizli sahibi olduğu şirketlere gittiği, projeler önündeki engellerin de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın müdahaleleriyle kaldırıldığı öne sürülüyor.”
Deniyor ki:
“Yine belediyeler tarafından onaylanmayan plan tadilatları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından Özel ‘Proje Alanı’ veya ‘Kentsel Tasarım Projesi’ ilan edilerek usulsüzlükler yapıldığı, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları’na rüşvet vererek tarihi yapıların bulunduğu arazileri, doğal sit alanlarını ve yeşil alanları imara açtıkları soruşturma dosyasındaki iddialar arasında yer aldı.”

* * *

Deniyor ki:
“Fatih Belediyesi ve anıtlar kuruluna yönelik gerçekleştirilen rüşvet operasyonunda büyük meblağlar karşılığında tarihi yarımadada sit alanı olan arsalar için inşaat şirketlerine izin verildiği, Demiryolu, Liman ve Hava Meydanları İşletmesi’nin (DLH) ve Japon mühendislerin uyarılarına rağmen Marmaray’ın çökme tehlikesi pahasına bölgeye inşaat yapılmasına göz yumulduğu ileri sürülüyor.
Deniyor ki:
Marmaray Sirkeci İstasyonu’nun üzerinde bulunan tarihi bir binanın ve boş bir arazinin üzerine inşaat yapılması karşılığında Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, koruma kurulu üyeleri ve tapu müdürlüğü çalışanlarının da aralarında bulunduğu isimlere milyon dolarlara varan rüşvet verildiği, inşaata izin veren bürokratların binlerce insanın hayatını hiçe saydığı öne sürülüyor.

* * *

Bunlar iddiaların sadece bir bölümü.
Meraklısı devamını bulur, okur.
Diğer yanda iktidar tayfası bu iddialara cevap vereceklerine, koro halinde işi “Halk Bankası üzerinden İran'la yapılan ticarete” bağlayıp, sözü “olayın arkasında ABD ile İsrail var” demeye getiriyor.
Ey cemaat-i Müslim...
Bari şu soruya cevap verin:
Halk Bankası Genel Müdürü'nün evinde ayakkabı kutuları içinde bulunan 4,5 milyon doları da, oraya CIA ile MOSSAD mı koydu?



Tek karelik ayak izi!

18 Aralık 2013 Çarşamba

Şaştık kaldık / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 18 Aralık 2013


Şaştık kaldık

Pek güzel bir Binali Yıldırım yazısı hazırlamıştım.
En önemli avantajı, önündeki en ciddi engel, falan, filan…
Hepsi gerçekten “falan filan” oldu bir anda!
Neyse.
Yazı hazır nasıl olsa.
Bugün değilse de, yarın öbür gün okursunuz.
Çünkü gündem bir anda değişti.
Ortalık toz duman şimdi.
Öyle ki:
Biri, Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek’e Twitter’dan “Senin oğlanı içeri almışlar!” diye mesaj atmış.
O da “Nerde okudun” diye sormuş telaşla.
“Başgan” Gökçek korkmakta haklı.
Bakan oğulları içeri alınırken, başkan oğlunun lafı mı olur?

* * *

Bir yandan olan biteni anlamaya çalışırken, diğer yandan gözüm saatte, okumakta olduğunuz satırları yazmaya çalışıyorum.
Dikkatimi çeken “hoş” açıklamalardan birini Ali Ağaoğlu’nun avukatı Adnan Uğur Kılıç yapmış:
“15 kişilik bir polis grubu bu sabah şirket merkezine geldiler. Ben de oradaydım. Yaptıkları arama sonrası tutanak tutup gittiler. Her hangi bir suç unsuruna rastlanamadı. Ali Bey’in neden alındığını bilmiyoruz. Ortada bir kavga var. Bazen böyle sos olsun diye birilerini alıyorlar.”
Yani.
Ağaoğlu “sos olmuş” arada.
Yazıktır ona!

* * *

Operasyonun başlıca hedeflerinden biri olan TOKİ’nin eski başkanı olan ve halen TOKİ’nin bağlı olduğu Çevre ve Şahircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu da gözaltında.
Kader işte.
Başbakan, TOKİ’nin Konya’da düzenlediği açılışta konuşuyordu aynı saatlerde:
“Arkasına karanlık odakları alanlar, çeteleri alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler. Arkasına sermayenin medyanın gücünü alanlar bu ülkeye istikamet çizemezler.”
İyi de, kim onlar?
Velev ki, haklısınız…
Uzaydan mı geldiler buralara, yoksa kanatlarınız altında mı?

* * *

Haberlere yansıyan şu not ve onu resmeden “Tek karelik şaşkınlık” fotoğrafı da, ilginç olduğu kadar önemli:
“Bakan çocuklarını da kapsayan yolsuzluk operasyonu Meclis’te AK Parti grubunda da şok etkisi yarattı. Eski İçişleri Bakanları Abdülkadir Aksu ve İdris Naim Şahin ile eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ile durum değerlendirmesi yaptı. Milletvekillerinin gelişmeleri anlamaya çalışan kaygılı ruh halleri yüzlerine de yansıdı.”
Anlaşılan Başbakan, bakanlar, AKP’li diğer zevat; ilk kez ve cümleten millet ile beraber öğrenmişti olanları!

* * *

Merak ediyorum.
Acaba kopan fırtına, İzmir’e kadar ulaşacak mı?
Başka “oğullar” da, içeri alınacak mı?
Durun bakalım.
Bir şey söylemek için, henüz çok erken.


İktidar-Cemaat sarmalı!

Kopan fırtınadan haliyle Twitter da yıkıldı.
Misal, Başbakanın “has” danışmanı Yalçın Akdoğan şunu yazdı:
“Fenalığa fenalıkla mukabele etmek, husumeti artırır, kin ve nefreti körükler, insanı hem azapta bırakır hem kaybet-kaybet sarmalına sürükler.”
Cevap Hüseyin Gülerce’den geldi:
“Devam eden operasyonu, Hizmet hareketini adres göstererek hedef saptırma gayretleri var.
Yargı ve emniyette tasfiye edildikleri bangır bangır söylenen insanlar, Cumhuriyet tarihinin en derin operasyonuna nasıl imza atıyor?
Bu operasyon, devlet operasyonudur. Hangi devlet diye sormak yerine Gezi olaylarından beri olan bitene bakılsın...”
İktidar-Cemaat yapısını iyi bilen Mehmet Bekaroğlu’nun mesajı da kayda alınmalı:
“Cemaat- Hükümet kavgasından dolayı bu yolsuzluklar olmuş değil; belki bu kavga bu yolsuzlukların ortaya çıkartılmasını kolaylaştırdı.”
Ne diyelim…
Haydi hayırlısı.




Tek karelik şaşkınlık