30 Haziran 2013 Pazar

Seçmen ittifakı / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 30 Haziran 2013



Seçmen ittifakı

“Fala inanma, falsız da kalma” sözüne benzer bir şekilde, yayınlanan anketlere de, gereğinden fazla önem yüklememek gerekiyor öncelikle.
Çünkü bilmiyoruz. . .
Hangi anket gerçekten bilimsel, nesnel, yansız ve tarafsız biçimde yapılmış; hangileri yapılmamış!
Yine de “anketsiz kalamıyor” ve göz ucuyla bakıyoruz yayınlanan araştırmalara.
“Gezici Araştırma” tarafından yapılmış araştırma dikkatimi çekmişti bir süre önce.
Çünkü diğer araştırmalarda AK Parti’nin oy oranı hep yüzde 50 dolayında gösterilirken, AKP’nin oyu yüzde 41,7 çıkmıştı bu ankette.
CHP yüzde 28,2
MHP yüzde 19,5
BDP ise yüzde 9,1 idi.
Nitekim daha sonra başka şirketler, benzer sonuçlar açıkladılar.

* * *

Yerel seçimlerde ise durum daha da ilginç.
AK Parti iyice inmiş aşağıya:
Yüzde 34,3.
CHP az biraz çıkmış, yüzde 28,6.
MHP ise fırlamış yukarı doğru, yüzde 25,8.
Derseniz ki, olur mu?
Bilmem, bilemem.
Fakat şu kadarını söylemem mümkün.
Geçen yerel seçimde, MHP’nin Manisa ile Balıkesir’de belediye başkanlığı seçimlerini kazanacağına dair hiçbir ciddi işaret yoktu.
Sandıklar açıldı.
Herkesin ağzı bir karış açık kaldı!
Kendi payıma, yine “MHP’ye dikkat” diyorum.
2014 yerel seçimindeki büyük sürprizler, yine MHP’den gelir, gelirse.

* * *

Gezici Araştırma Başkanı Murat Gezici, şöyle bir saptama yapmış:
“AKP doğudan batıya doğru gittikçe, oy kayıpları hızla artmaktadır. Özellikle İç Anadolu ve Akdeniz bölgesinde MHP ve CHP oylarında artış var. Seçmen kendi ittifakını kendi yapacak, Birçok ilde MHP ve CHP seçmeni AKP’ye karşı kim güçlü ise onu destekleyecek.”
Evet.
Aynen öyle olacak.
Eğer bir ilde veya ilçede, CHP ya da MHP’nin birbirlerine karşı bariz üstünlüğü varsa; geride olanın desteği, büyük oranda diğerine kayacak.
Örnekse. . .
2009 yılındaki yerel seçimde CHP yüzde 29,4, MHP yüzde 21, 4 oranında oy almıştı.
2011 yılındaki genel seçimde fark daha da açıldı, CHP yüzde 31,2’ye çıkarken, MHP yüzde 16,9’da kaldı.
İşte bu tablo, AK Parti ile yarışacak parti noktasında bir “seçmen ittifakına” yol açar mı?
Of.

Ne zor sorular bunlar!

28 Haziran 2013 Cuma

Mizah karizmayı çizer / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 28 Haziran 2013

Mizah karizmayı çizer

Baskı ve şiddet ne denli yoğun olursa, mizah o kadar keskinleşir.
Jilet olur.
Ustura olur.
Kasatura olur.
Keser.
Önce adamın karizmasını çizer!

* * *

Yine öyle oldu.
TOMA’lar çıktıkça meydana…
İnsanları yerinden uçuran güçte suyu sıktıkça…
Leblebi gibi gaz bombası atıldıkça…
Mizah coştu.
Kâh yazı oldu sokaklarda.
Kâh resim oldu duvarlarda.

* * *

Kızdılar tabii.
Daha çok kızdılar.
Şiddetin dozunu arttırdılar.
Mahalle aralarında kıstırdıklarına sopayı bastılar.
Garaja sığınanları ayakları altına aldılar.
Nasıl olsa “destan” yazmışlardı.
Ülkenin başbakanı tarafından ayakta alkışlanmışlardı.
Öyleyse…
Durmak yok.
Halkı tepelemeye devam!

* * *

Eh.
Milletin eli de armut toplamıyor.
Hele gençler…
Çok zekiler.
Eskinin o aptal şakaları ile avunanlara karşı, her biri keskin bir zeka ürünü olan muhteşem işler yapıyorlar.
Yaratıcılıkları sınır tanımıyor.
Her sözcükleri…
Tam isabet.
Her çizgi.
Tam isabet.

* * *

Ve şarkılar.
Ah o şarkılar.
Kimi neşeli.
Kimi hüzünlü.
Hele Ankara’da polis kurşunu ile hayatını kaybeden Ethem Sarısülük için yapılan “Ethem’in sessiz çığlığı” adlı bir şarkı var ki, insanın ciğerine işliyor.
Şarkıyı Alpay yazmış, bestelemiş, söylüyor.
O bir usta.
Laf ola beri gele cinsinden değil.
Alpay gerçekten büyük usta.
YouTube’dan bulup, dinleyin mutlaka.


Edep yahu!

Afyon’daki cephanelik patlamasından sonra yaşanan en büyük sarsıntı bu.
Milli Eğitim Şube Müdürü İbrahim Özkul'un, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerini toplayıp “Sizler okul müdürlerinin başdanışmanısınız. Okul müdürü bir adım atacak, size soracak. Müdürler kusura bakmasın. Bundan sonra işler ve işlemler, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin kontrolünde gerçekleşecek. Bunu Ankara da böyle istiyor. Bunu valilik de böyle istiyor. Milli eğitim müdürü de böyle istiyor. Biz de böyle istiyoruz. Allah da böyle istiyor” demesi onlara.
Normal koşullarda…
“Edep yahu” derler adama.
Sen kimsin?
Hangi cesaretle okul müdürlerini, bir öğretmenin emri altına nasıl sokmaya kalkışırsın?
Ve dahi…
Hadi bakanı, valiyi koy bir kenara.
Allah adına konuşma cüretini nereden alırsın?
Kimsin sen?

Kim?






27 Haziran 2013 Perşembe

Filmin adı: Propaganda / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 27 Haziran 2013

Filmin adı: Propaganda



AB Bakanı Egemen Bağış, AB ülkelerinin Ankara'daki büyükelçilerini Salı günü öğle yemeğinde topladı.
Hazırlanan bir film eşliğinde, yaşanan olaylar hakkındaki “hükümet görüşünü” anlattı.
Daha sonra da çıktı “Büyükelçilerle toplantımızda, cevap vermediğimiz soru kalmadı. Tatmin olmamaları için bir sebep yok” diye bir açıklama yaptı.
Büyükelçiler de ne yapsın, diplomasinin “ince dilini” kullanarak; anlayana “epey kalın” bir mesaj verdiler o günün gecesinde.
“Toplantıda hazır bulunan tüm AB Büyükelçileri adına” ibaresi ile ve aslında “teamüllerin dışına” çıkarak, bir açıklama yayınladılar:
“Yaşanan olaylar konusunda, özellikle de polisin barışçıl göstericilere yaklaşımı ve basın özgürlüğü konularında endişelerimizi dile getirdik.”
Yani…
AB büyükelçileri, Bağış’ın yemeğini yemiş ama anlattıklarını yememişti!

* * *

AKP’nin hazırlayıp, büyükelçilere izlettiği film, ilerleyen saatlerde el altından medyaya da servis edildi.
“Büyük Oyun” ve “Büyük Tezgah” vurgusuyla başlayan filmi ben de izledim.
Basbariton bir arka ses, gayet dramatik bir tonla ve de neredeyse baştan aşağıya Başbakanın konuşmalarındaki cümlelerden oluşan bir metni okuyor.
Görüntülerden bazıları daha önce şurada burada yayınlanmıştı.
Bazıları da polisin yaptığı çekimlerden alınıp, montajlanmış herhalde.
Özetle…
Yönetmeni Sinan Çetin mi bilmem ama tipik bir “propaganda” filmi!

* * *

Kabul etmeyen yok zaten.
Her kargaşada ortaya çıkan, taş atan, molotof atan, yakan, yıkan “profesyonel eylemciler” az değil.
Tek kelime ile ben de onları…
“Lanetliyorum.”
Fakat bazı gençler ise üzerine hınç ve hışımla gelen polise karşı doğal bir refleks gösteriyor.
Onları da anlamak gerekiyor.

* * *

Geneline bakıldığında, polis şiddetine uğrayan insanlara dair bizzat gördüğüm yüzlerce fotoğrafın, izlediğim onlarca video kaydının yanında; bu filmdeki görüntüler “solda sıfır” kalıyor.
Ne çare?
Alıştılar bir kere.
İktidar, giriştiği beyin yıkama operasyonunda “orantısız güç” kullanmış yine!



Dedim ki…

Egemen Bağış
Melih Gökçek
Suat Kılıç
Bekir Bozdağ...
Susun.
Sesinizde insanı “irite” eden bir tını var.

* * *

Sokağa çıkarken bundan sonra...
Şöyle mi yazmalıyız kan grubunun yanına:
"Beni öldüren polise dokunmayın, adaleti boş yere uğraştırmayın..."

* * *

Bir düşünceniz varsa, tarafsınız.
Yoksa...
Rahatsınız.
İyi uykular!


26 Haziran 2013 Çarşamba

Yumurta kafalar! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Haziran 2013

Yumurta kafalar!

Ortalık yıkıyor “Ethem Sarsülük’ü vuran polis mahkeme tarafından serbest bırakıldı” diye ama iktidar yandaşı gazetelere bakıyorum; ya bit kadar yer vermişler birinci sayfalarında ya da hiç koymamışlar haberi.
Millet bir tuhaf olur tabii.
Burası neresi, Türkiye mi?
Eh.
O zaman günah bizden gitti.
Sosyal medyayı daha yoğun kullanacağız çaresiz.
Orası da sütten çıkmış ak kaşık değil elbet.
Bilgi kirliliği fevkaladenin de fevkinde!
Örnekse…
Ertuğrul Mavioğlu’nun tweetindeki bilgi ilginç ve önemli:
“Twitter'ın bindirilmiş kıtaları pek aktif. Takipçi sayısı 30, tweet sayısı 9000. Azim budur!”

* * *

Bunun en çarpıcı göstergelerinden biri, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in Twitter’daki takipçileri olsa gerek.
Çevir. Çevir.
Ha bire, Twitter’ın “kimliği meçhul” yumurta kafaları çıkıyor insanın karşısına!
Fakat en mühimi RedHack’ın Melih Gökçek’i hedefe çakması oldu.
Açtığı başlıklarla iki gün peş peşe dünyada bir numara yaptılar onu!
Ahali de fırsat bu fırsat neşesini buldu:
“Melih Gökçek'i galiba çocukken 3 kere havaya atıp 2 kere yakalamışlar, bu kadar saçmalamanın başka mantıklı açıklamasını bulamadım.”

* * *

Geçen gece TRT’deydi Gökçek.
Bir ara ağlamış.
Gırgır haber sitesi Zaytung anında “son dakika” dedi:
“Canlı yayında ağlayan Melih Gökçek'e Bülent Arınç'tan sert çıkış:
- Herkes kendi işini yapsın!”
Diğer yandan Bülent Arınç’ı düşündüm.
Üzüldüm.
Bu devirde Hükümet Sözcüsü olmak en zor iş.
Tek ayak üzerinde durmaktan, insan bel fıtığı olur be!

* * *

Özellikle bugün vurgulanması gereken bir konu daha var.
Meşhur “akil heyeti” Başbakan ile buluşuyor malum.
Bakalım toplantıda “kaç tane fire olacak” heyetten?
Bazıları belli. Misal, Murat Belge. Toplantıya katılmayacağını şöyle açıklıyor:
“Başbakan’ın söylediği sözler, seçtiği adlandırmalar, kullandığı dil, bana da, 'kişisel bir hakaret' olarak geliyor. Gezi olayları hiç olmamış, dediğim o hakaretler hiç yokmuş gibi gidip 'Siirt’te şöyle oldu, Urfa'da böyle oldu' diye konuşmayı anlamsız olduğu kadar imkânsız buluyorum.”
Ne desem ki? 
“Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi?

Sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”

Polis arkadaşlara kıssadan hisse / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 26 Haziran 2013

Polis arkadaşlara kıssadan hisse

Gelelim yine şu polis meselesine.
Emir gelince yukarıdan, hele gazı da verince Başbakan; sürekli mesaide arkadaşlar. Haliyle baskı altındalar.
Yine de sayısı gittikçe artan kayıtlı görüntülerdeki “şiddet sahneleri” hiçbir mazeretle izah edilemez.
Sakin olmak zorundalar. Milletin emrindeki devletin polisi olduklarını asla unutmamalılar.
Yok.
Bu işi yapacak moral, motivasyon ve koşulları kalmadıysa…
Bir vesile ile kendimi ifade etmek için şöyle yazmıştım Facebook ile Twitter’da:
“Kim yalan söylüyor ve/veya yazıyorsa Allah'ın gazabı üzerinde olsun, son nefesini verene kadar kabir azabı çeksin...
Var mı itirazı olan?”
Bu, şu demek aynı zamanda:
Beni, bunun aksini yapmaya mecbur eden bir neden olursa, kendi kalemimi, kendim kırarım!
Polis arkadaşlar…

Bilmem, anlatabildim mi?

25 Haziran 2013 Salı

“Kukla” ha! / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 25 Haziran 2013

“Kukla” ha!

Pek sayın Başbakan, “Bu gösterileri kukla gibi parmaklarında oynatanların niyetinde çözüm sürecini sabote etmek var” diye buyurmuş yine.
Her gün yeni bir mazeret.
Her gün yeni bir hakaret.
“Çapulcu, ayyaş, vandal” falan neyse de, şu “kukla” lafı fena ağırıma gitti.
Zira çapulculuk veya ayyaşlık ya da vandallık bir tercih olabilir.
Oysa “kukla” öyle mi?
Kukla, akılsızdır.
Kukla, cahildir.
Kukla, basiretsizdir.
Kukla, iradesizdir.
Kısaca kukla, koskocaman bir hiçtir!

* * *

Bak sokaklara.
Bak.
İyice bak meydanlara.
Ne görüyorsun, gördüğün kalabalıklar “kukla sürüsü” mü?

* * *

Bak sokaklara.
Bak.
İyice bak meydanlara.
Kare kare izle görüntüleri.
Ekrana yansıyan her yüzü incele.
“Onlar” mı kukla?

* * *

Yüzde biri, üçü, beşi koy kenara.
Araya sızmıştır belki.
Hatta “sızdırılmıştır” özellikle!
Ama diğerleri, Türkiye’nin aydınlık ve güzel yüzlerini simgeliyor.
Hepsinin gözleri pırıl pırıl ışıldıyor.
Başı açık olanın da, kapalı olanın da zihni berrak.
Hiçbiri emir kulu değil.
Hiçbiri kimsenin orası ya da burasının kılı, tüyü değil!
“Düşünen insan” onlar.
“Soran insan” onlar.
“Sorgulayan insan” onlar.
Tam istediğimiz gibi.
Tam düşlediğimiz gibi.

* * *

“Onlar” dediğin insanlar bizim.
“Onlar” bizim gençlerimiz.
“Onlar” bizim gerçeğimiz.
“Onlar” bizim bugünümüz ve geleceğimiz.

* * *

Neymiş?
Kukla.
Kuklayı bilmem.
Ama “kuklacı” dersen…
Onun ustası belli!


İki “uzman” görüşü

“Onlar” çok kişinin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu iki bilim insanı.
Biri Prof. İlber Ortaylı.
“Çok açık ki gençlerin başka bir eğilimi var. Bizim gibi değiller. Biz lisedeyken dünyadan haberimiz yoktu. Bu çocukları ‘muhallebici’, ‘aptal’ zanneden var. Çok yanılıyorlar. Bu çocukların hayat endişesi var. Hayat endişesi olandan çekinmeniz lazım. Lise çocuğunun bile hayat endişesi var. Onları anlamazsanız güme gidersiniz” diyor.
Diğeri Prof. Özcan Köknel.
“Demokrasilerde bir kişi bile olsa ikna edilmesi lazım, korkutulması değil. Gençlere konuşma hakkı verirsen, çapulcu bile olsa gel evladım senin derdin nedir diye sorsan, düşüncesini söyleme hakkı verirsen, eleştirmezsen sorunu çözmek kolaylaşır. Ama çapulcu dediğiniz zaman, sen beni aşağılıyorsun adam yerine koymuyorsun diye olumsuz bir duygu oluşur” diyor.
Maalesef boşuna.
Kim ne derse desin, dinlemiyorlar.



                                                  El insaf...

24 Haziran 2013 Pazartesi

Festivali bırak, Gezi Parkı yap - En basit mesaj / Feyzi Hepşenkal / 24 Haziran 2013

Festivali bırak, Gezi Parkı yap

Eylemlerde öne çıkıp, direnişten yana açıkça tavır alan çok sayıda sanatçı vardı.
Başbakan da kürsüye çıktı, kocaman parmağını sallayıp, “Sanatçı camiasından bu sürece destek verenlere de yazıklar olsun diyorum” diye, fırçasını attı.
Sorun değil.
Atsın.
Ne kurşun ata ata biter, ne fırça ata ata biter.
İyisi mi…
Aldırma gönül aldırma.

* * *

Başbakan’ın hışmına uğrayan sanatçılardan biri de, Aylin Aslım’dı.
Olaylar biraz sakinleşince, Twitter’da yazdı:
“Her gün başka birilerinin AKP belediyeleriyle önceden anlaşılmış konserlerinin iptal edildiğini öğreniyoruz. Organizatörlere, ‘liste var’ deyip, iptal ediyorlarmış. En popüler isimlerden, ağabeyimiz, ablalarımız dediğiniz usta ve saygıdeğer isimlerin de olduğu bir liste…”
Gerçekten var mı böyle bir liste?
Haklısınız.
Olmasa şaşmak lâzım!

* * *

Kara listenin yanında bir de “Ak liste” olmalı.
Orada ilk sırayı Mahsun Kırmızıgül alır garanti.
Hemen ardından Hülya Avşar…
Ve elbet Acun Ilıcalı.
Gerçi o şarkı söylemiyor.
Olsun.
AKP’li belediyelerin festivallerinde, iki göbek de mi atamaz yani?

* * *

Listelerin en kalabalığını ise iki grubun dışında olanlar oluşturuyordur.
“Ne şiş yansın ne kebap” diyenler.
“İsa’ya da, Musa’ya da yaranmak” isteyenler.
Veya…
Sessizler.
Ya da…
Renksizler.

* * *

Yanlış anlaşılmasın. Hiçbirine lafım yok. Herkesin tercihi kendine.
Benim lafım belediyelere…
Sakın ha festival falan yapayım demeyin artık.
Bırakın o işleri.
“Konser vermek” isteyenlere her türlü kolaylığı gösterin ama sizler asli görevlerinizle uğraşın.
Festivale harcayacağınız parayla, şehirlerinize hiç değilse güzel bir GEZİ PARKI yapın.





En basit mesaj

Meydanlardan verilen mesajın haddi hesabı yok.
Kimi iktidar mensupları “mesajı aldık” dese de, Başbakan oralı değil.
Konuşuyor.
Konuşuyor.
Konuşuyor.
Ve seferinde insanları biraz daha geriyor, kitleler arasındaki uçurumu kapanmaz hale getiriyor.
Bir sussa, sinirler gevşeyecek hafiften.
Artık kimde ne kadar kaldıysa, “sağduyunun sesi” duyulacak yeniden.
O nedenle Başbakana en açık, en basit, en somut mesaj Selçuk’tan geldi geçen gün.
Selçuklu gençler ellerinde yıllardır hastane duvarlarında yer alan bildik resmin üzerine “Lütfen Tayyip” yazıp, “sus işareti” yapan hemşire fotoğrafını taşıdılar.
Demek istediler ki:
“Duymuyorsun anladık, hiç değilse GÖR bari!”

23 Haziran 2013 Pazar

Piyanoyu da gözaltına aldık ya! - Buyurun, beklerim… / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 23 Haziran 2013

Piyanoyu da gözaltına aldık ya!



İtişe kakışa, taşa sopaya, gaza TOMA’ya inat; Taksim’de piyano çalıyordu sadece.
Yine sadece eylemciler değil, İtalyan piyanist Davide Martello'nun söylediğine göre:
“Meydanın ortasında bekleyen polisler, ilk kez kasklarını çıkarıp, müziğe kulak veriyor ve eylemcilerle polisler ilk kez birbirleriyle konuşuyorlardı.”
Ne güzel.
Körün istediği bir göz, Allah vermiş iki göz!
Ve o meşum gün, o kara gece…
Piyanodan insanı mutlu eden, huzur veren sesler yükseliyordu önce.
Birden saldırı başladı.
Taksim’in her yanını gaz bulutu sardı.

* * *

Sonrasını BBC’den Rengin Aslan konuşmuş Martello’yla:
“Herkes kaçmaya başladı. Maskem vardı ama gaz o kadar yoğundu ki işe yaramadı. Bir yere gittim, soluklandım. 15 dakika sonra piyanomun yanına gittim ve bıraktığım yerde buldum. Etrafta kimse yok sandım ama polisler varmış, görmemişim. Piyanomu çalmaya başladım. Polisler geldi. Beni kolumdan tuttular.”
Rengin Aslan “Bunu söylerken sol kolundaki morluğu gösteriyor Martello. Olayın üzerinden dört gün geçmiş ama morluk geçmemiş” diye yazmış.
Martello ise devam ediyor anlatmaya:
“Piyanomu arabaya yüklememi söylediler. Neden göstermediler. Beni de gözaltına almak istediler ama arkadaşım kurtardı.”

* * *

İşte böyle.
Bir piyanonun herhalde dünyada ilk kez “gözaltına alınması” böyle yaşanmış Taksim’de.
Öykünün devamı daha da ilginç.
Ciddi bir koşuşturma yaşanıyor doğal olarak.
Devreye İtalya Konsolosluğu başta, pek çok giren oluyor.
Ardından bir haber:
“Gelin piyanonuzu alın.”
Oh.
Oh be.

* * *

Peki.
Piyano nerede?
Mutlaka sarıp sarmalamışlardır güzelce.
Zarar gelmesin diye, itinayla bir depoya kaldırmışlardır.
İnsan bu şekilde düşünüyor haliyle.
Yok.
Piyanoyu almışlar, araçların çekilip götürüldüğü bir otoparka koymuşlar.
Kim bilir yanında ne vardı piyanonun?
Bir yanında belki bir kamyon.
Diğer yanında kamyonet.
Arasında piyano!
Asıl ilginç olan, otoparkın yeri.
Yer, Kasımpaşa imiş.
Bravo.
Tam isabet!


Buyurun, beklerim…

AKP Kadın Kolları İzmir İl Başkanı Özen Kızılırmak, bin 500 denek üzerinde yapılan araştırma ile gençleri anlamaya çalışacaklarını söylemiş.
“İstanbul’daki bir park eyleminin özellikle İzmir'de yarattığı infiali, tepkileri ölçmek ona göre siyaset geliştirmek istiyoruz” demiş.
Kutlarım kendisi.
Gerçekleri anlamak için “araştırmak” elbet çok önemli.
İsterlerse, o bin 500 denekten biri olmaya hazırım.
Buyursunlar, gelsinler.
Bir de ben anlatayım kendilerine İzmir’i.
Mesele “araştırmakla” bitmiyor tabii.
Çıkan sonuçları “anlamak” gerekiyor.
Anlamadıktan ve ona göre ve de samimiyetle davranmadıktan sonra, nafile.
Bir değil 100 araştırma yapsan da, nafile.
Bin 500 değil, bir milyon 500 denekle konuşsan da, nafile.







21 Haziran 2013 Cuma

Gerçeği öğrenme zamanı / Feyzi Hepşenkal / Milleiyet Ege / 21 Haziran 2013

Gerçeği öğrenme zamanı



“Kes yapıştır” yapmayı hiç sevmesem de, bugün Ayşe Arman’ın söyleşisini kesip, köşeme yapıştıracağım.
Zira her kafadan bir sesin çıktığı, bilgiye hasret insanların bizzat en tepedekiler tarafın kirletildiği bu süreçte; yaşanan gerçeklerin herkes tarafından öğrenilmesi, her zamankinden çok önem taşıyor.
Neyse… İşte o söyleşi:
“- Adın?
- Efekan.
http://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=20539039
- Yaşın?
- 23.
- Eğitimin?
- İmam hatip mezunuyum. İşletme okudum. Aynı zamanda ilk yardım eğitimi aldım. Pek çok sağlık kuruluşunda çalıştım.
- Sen bu eyleme nasıl, ne zaman dahil oldun?
- Başından beri içindeyim. Gönüllü sağlık elemanı olarak.
- Bu cumartesi nelere tanık oldun?
- Korkunç şeylere. Bir kere, müdahale olmayacağı söylendiği için herkes şenlik havasındaydı. Taksim Dayanışma, hükümetle iletişim halindeydi, tek çadıra indiriliyordu, artık yavaş yavaş her şey tatlıya bağlanıyordu. Ya da biz öyle zannediyorduk. Yoksa insanlar, salak mı çocuklarını getirsinler oraya. Birden gaz bombaları atılmaya başladı. Nasıl bir izdiham anlatamam. Biz, en azından revirlere saldırılmayacak zannediyorduk. Savaşta bile yapılmaz çünkü. Ama yaptılar.
- Gaz bombaları revirlere isabet edince n’aptınız?
- Alabildiğimiz kadar tıbbi malzemeyi aldık, Divan Oteli’ne yöneldik.
- Divan’a gidince peki...
- Orası da feciydi. Otelin önünde bir gencin ensesine fişek saplandığını gördük. Etrafındakiler yardımcı olmak için ensesindeki fişeği çıkardı. Ama tabii çıkarınca, bu defa birdenbire kan boşandı. Gazlı bezlerimiz yetmedi. Tişörtlerimizi çıkardık, tampon yapmaya başladık. Onu hemen Divan revirine taşıdık. Buradan, bir kere daha o otele teşekkür etmek istiyorum. Başbakan kızıyor ama gerçekten büyük insanlık yaptılar. Otelin altındaki otoparkı revir olarak kullanmamıza izin verdiler. Bir taraftan da, fişek isabet edenleri sedyelere yatırıp revire getirmeye çalıştık. Yaralıyı sedyeye yatırıyorsun, bir fişek daha isabet ediyor, sedye yere düşüyor. Sağlık görevlilerinden de yaralananlar oldu. Herkes dört bir yana dağılıyor, herkes birbirine çarpıyor, inanılmaz bir panik hali. Oradaki revire de fişek atıldı...
- O zaman n’aptınız?
- Reviri taşımak zorunda kaldık, bu sefer Hilton’a gittik...
- Kaç doktor vardı?
- Tam rakam bilmiyorum. Tıp öğrencileri, gönüllü doktorlar, aile hekimleri. Mesaisi bitiyor, direkt revire desteğe, yardıma geliyor. Gönüllü hemşire arkadaşlarımız da vardı. 
- Bu arada polise saldıranlar da oldu..
- Elbette. Doğruya doğru, taş atanlar vardı. Tabii o zaman işler daha da karışıyor. Ama çok açık ki, mağdur olan bizlerdik.
- Polis Hilton’a girdi mi?
- İlk başta girmedi. İçerideki durum içler acısıydı. Acil durumdakileri ambulanslara taşıdık. Polis, otelin girişindeydi. Bu kadar büyük bir şiddet uygulanınca, kalabalıkları durdurmak da mümkün olmuyor, onlar da taş attı, polis yine biber gazı sıktı. Bu sefer kim var kim yok, herkes otelin içine girdi. Ezilenler oldu, düşenler oldu. Polis de girdi. O arada bir düğün de vardı. İnanılmazdı yaşananlar. O davetlilerin paniği filan korkunçtu.
- Hilton’dan sonra...
- Sabaha karşı, birkaç doktor arkadaşla oradan ayrıldık. Çünkü ‘Kurtuluş’a acil tıbbi yardım gerekiyor’ dendi. İnsanlar cumartesi gecesi her şey yaşandı bitti zannedebilir, hayır en sert çatışmalar ertesi gün Kurtuluş’ta yaşandı. Orada bir internet cafeyi revire çevirdik.
- Siz yaralıları hastaneye götürdükten sonra haber alabiliyor musunuz?
- Hayır, mesela o ensesinden fişek çıkarılan arkadaşa ne oldu bilmiyorum. Konuşamadığımız, görüşemediğimiz hocalar var, onlar da nerede şu anda bilmiyorum.
- Kurtuluş’ta daha sert çatışmalar yaşandı dedin...
- Evet, en azından ben en büyük yaralanmalara orada tanık oldum. Gaz fişeği bir gencin gözüne saplanmıştı. Gözü resmen dışarı çıkmıştı. Tamam, ilk yardım eğitimi aldık ama neticede doktor değiliz. Biz sadece ilk müdahaleyi yapabiliyoruz o kadar, o da elimizden geldiğince. Gaz direkman gözüne enjekte olduğu için can çekişiyordu. Onu revire taşıdık. Durumu ağırdı. Kalbi durup durup çalışıyordu. Ambulans çağırdık, gelmedi. Derken bir araba bulduk, iki hemşire arkadaşımız onu apar topar hastaneye götürdü.
- Sonra ne oldu?
- Bu sefer halk tepki gösterdi. ‘Orası revir, oraya niye saldırıyorsunuz?’ diye, apartmanlardan anneler, babalar indiler, polise müdahale ettiler. Yaralıları dışarı taşıdık. Reviri de bir alt sokağa... Birileri dükkânını açtı, ‘Burayı kullanın!’ dedi. İnsanların o arbede içinde dayanışması, yardımlaşması inanılır gibi değil. Ve bir kere daha gördüm ki, bu ülkede gerçekten çok iyi insanlar da yaşıyor.
http://preview.hurriyet.com.tr/preview/image.aspx?picid=20539041




20 Haziran 2013 Perşembe

Bizi “ezik” mi sandınız? / Feyzi Hepşenkal / Milliyet Ege / 20 Haziran 2013

Bizi “ezik” mi sandınız?

Koca koca adamların, kocaman makam koltuklarına kurulduğu ve bence, sadece “adı büyük” kurumlar…
Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu, Hak-İş, Memur-Sen,
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği, Tüm Sanayici ve İş Adamları Derneği, Türkiye Bankalar Birliği, Türkiye Genç İşadamları Derneği, Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu Türkiye Genç İş Adamları Konfederasyonu, Türkiye İhracatçılar Meclisi, Türkiye İş Adamları ve Sanayiciler Konfederasyonu, Türk-İş, Türkiye Katılım Bankaları Birliği, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği, Türkiye Ziraat Odaları Birliği toplaşmış; ilan vermiş gazetelere.
Neymiş?
“Vatandaşlarımızın gündelik hayatlarına geri dönmeleri, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu diyalog ortamının ve ilerlemenin sürdürülebilir kılınması açısından önemlidir. Tüm vatandaşlarımızı bu duyarlılığa davet ediyoruz.” 

* * *

Emriniz olur beyler.
Başka arzunuz?

* * *

Sizin derdiniz belli.
Onu anladık!
Fakat vatandaşa akıl verirken, başkalarına da söyleyecek iki çift lafınız yok muydu?

* * *

İnsanlar öldü, öldürüldü.
Onlarca insanın gözü çıkarıldı, kafası kırıldı.
Eli sopalı adamlar sokaklarda cirit attı.
Şu son dönemde polis tam 130 bin gaz fişeği kullandı.
Yok mu, bunlar için söyleyecek sözünüz?

* * *

Bir Başbakan milleti “biz” ve “onlar” diye ikiye böldü.
Onlar.
Kimdi onlar?
Çapulcular.
Ayyaşlar.
Arkadaş bir dur, bir sus.
Hiç durmadı.
Hiç susmadı.
Her konuştuğunda insanları aşağıladı.
TV dizilerinde sıkça kullanılır ya… Aynen öyle işte. Millet sordu kendine:
“Ezik miyiz biz?”

* * *

İnsanlara bu duyguyu yaşatan bir iktidara söyleyecek bir çift sözünüz de mi yok, ey siadlar miadlar?
Belki vardır da…
En azından şurası kesin:
Bunu söyleyecek cesaretiniz yok!


Devir değişti

Haber 1:
“Gezi Parkı eylemlerinde kurulan çadırların 15 Haziran Cumartesi günü polis tarafından dağıtılmasının ardından parka gelen belediyenin bazı temizlik elemanları eylemcilerinin kişisel eşyalarına el koydu.
(Haberde böyle yazıyor ama görüntüleri izleyince aldıkları cüzdanları falan ‘ceplerine koydukları’ anlaşılıyor!)”
Haber 2:
“Ordu’da, Gezi Parkı eylemcilerine destek veren gruba hakaret eden ve saldıran kişilerin alkollü ve sabıkalı olduğu ortaya çıktı.”
Eskiden olsa bu haberlere konu olanlara “çapulcu” der, geçerdik.
Yok.
Artık diyemem.
Devir “bir anda” değişti.
“Çapulcu” gayet itibarlı bir sıfat haline geldi.



Tek karelik eylem!


19 Haziran 2013 Çarşamba

Bir “duruş” yetti - “Kıl” meselesi! / Feyzi Hepşenkal / MİLLİYET EGE / 19 HAZİRAN 2013

Bir “duruş” yetti

Eylem, direniş, protesto hallerinde “yapılmaması gerekenleri, yanlışları” sıraladıktan sonra demiştik ya…
“Bunların hepsi ‘yanlış’ ise o zaman ‘doğrusu’ ne?
Doğru bir DURUŞ.
Tıpkı Gezi Parkı’ndaki ‘kırmızılı kadının’ duruşu gibi bir duruş.
Vakur ve onurlu bir duruş.
Tıpkı İstanbul’un sokaklarındaki ‘siyahlı kadının’ duruşu gibi bir duruş.
Cesur ve ödünsüz bir duruş.
Tıpkı Taksim Meydanı’nda günlerce elindeki Türk bayrağı ile kıpırdamadan duran  63 yaşındaki emekli Makine Mühendisi Mustafa Mistil’in duruşu gibi bir duruş.
İnançlı ve kararlı bir duruş.
TOMA mı, gel.
Panzer mi, gel.
Su mu, sık.
Gaz mı, sık.
Nereye kadar?
Emin olun.
İnsanın bu duruşu karşında…
Hiçbir güç duramaz!”

* * *

Geçen gece biri çıktı “durmaya” başladı.
Tek başına.
Dimdik.
“İnsanın bu duruşu karşında…
Hiçbir güç duramaz!” demiştik ya…
Gerçekten de duramadı.
O andan itibaren Türkiye yıkıldı.
İktidarı fena biçimde korku sardı.
Koşanın, kaçanın hakkından gelmek kolay da, “duran adama” ne yapacaksın.

* * *

Şaşırdılar.
Gittiler yanına.
Önce kokladılar.
“Gerçek” mi diye!
Gerçekti.
Ve bu “gerçek” dalgalar halinde yayılıyor her yere şimdi.
Duran adamlar ve elbet kadınlar çoğalıyor.
Duruyorlar yalnızca.
Ne yapacaksın duran insana?
Söyle.
Ne yapacaksın?

* * *

Yetti işte.
Bir “duruş” yetti.



“Kıl” meselesi!

Önemli sözdür:
“Aptal dostun olacağına, akıllı düşmanın olsun.”
Artık çocuklara ve gençlere bu sözün ne manaya geldiğini uzun uzun anlatmaya gerek kalmadı.
“ŞAK” diye açacaksın Melih Gökçek’in oğlunun “AK” pardon “Beyaz” TV’sini, ekrandaki hanım teyze avazı çıktığı kadar bağıracak:
“Erdoganın g..ünün kılıyım ben.”
Anında herkes anlayacak aptal dostun verebileceği zararı.
Zararın sınırı, sadece o kanalı izleyenlerle kalsa, gene iyi.
Kimi anlar teyzenin ne dediğini, kimi anlamaz; olay kapanır, gider.
Şimdi öyle mi?
Yine “ŞAK” diye kayda alınıyor hemen.
Sosyal medyaya anında servis yapılıyor.
Yetmiyor.
YouTube’a konuyor.
Dünya âlem izliyor olanı biteni.
Rezillik dizi aşmış, gırtlak boyu yani!



Tek karelik ders


18 Haziran 2013 Salı

‘bip,bip,bip basınını’ - İzmir’de tek çadır / FEYZİ HEPŞENKAL / MİLLİYET EGE / 18 HAZİRAN 2013

‘bip,bip,bip basınını’

Olayların “neden çıktığını ve neden tırmandığını” anlamayanlar veya anlamak istemeyenler için, maalesef elden fazla bir şey gelmez.
Onların gözü kulağı Başbakan’da.
“Yat” derse…
Yat.
“Kalk” derse…
Kalk.
Ötesi yok.
Arası yok.
Benim sözüm bunların dışında kalanlara.
Öncelikle…
Aman sakin olun.
Akıllı olun.
Dikkatli olun.
Zira provokasyonun kralı “en tepeden” yapılıyor.
Hal böyle olunca da….

* * *

İpek İzci yazmış:
“Radikal’den Elif (Ekinci) ile parkın içinden çıkıp Divan Oteli’nden aşağı doğru yürümeye başladık. Civardaki bütün sokaklara 10-15 çevik kuvvet yerleştirilmişti. The Marmara’ya çıkmaya çalışıyorduk ancak bir polis bizi geri döndürüp bir ara sokağa yönlendirdi. Dediği sokağın sonunda bizi yine çevik kuvvet bekliyordu. Polis önce, ‘Sizi bu sokaktan geçirmeyiz’ dedi, ancak bizi arkadaşlarının yönlendirdiğini söyleyince ‘Baretle geçirmem’ dedi ve Elif’in başındaki barete doğru hamle yaptı. Güvenlik için bareti alamayacağını söylediğimiz an arbede çıktı. 6-7 polis bir anda üzerimize yürüyüp, coplarına davrandı. Basın kartlarımızı gösterdik ve ‘S*kerim basınını’ yanıtını aldıktan sonra bir polis elini kaldırıp bana tokat atmaya yeltendi.”

* * *

Yani.
Durum fazlasıyla ciddi.

* * *

Bir yandan da bakıyorum, daha düne kadar aşkla meşkle, şakayla şamatayla, yemeyle içmeyle, sohbetle muhabbetle vakit geçiren milyonlarca insanı; bir anda "marjinal" yaptılar.
Çoluk çocuk sabahlara kadar sokaklarda yürür hale geldi.
Apolitik gençlik, bir anda politika kazanının içine daldı.
Dünyada bunu başaran bir iktidar hiç olmamıştı.
Ne yapsak, AKP’yi kutlasak mı?

* * *

Olayların vahşet boyutuna vardığı o karanlık gecenin sabahında ilham geldi.
Oturup, yazdım ben de:
“Yalaklar ve salaklar sarmış dört bir yanını
Baktığın her yerde pembe bir tablo duruyor
Oysa manzara çok kötü şeyler hatırlatıyor
Beraber yürümesek de bu yolda
Beraber ıslanacağız yağan yağmurda!
Şimdi duyduğum her ses
’Aman aklını başına al’ diyor.”

* * *

Alır mı, derseniz…
Sanmam.
Niyeti yok.


İzmir’de tek çadır

İlk günlerdeki “çirkin görüntülerden” sonra İzmir pek bir hoş oldu.
Ne itiş, ne kakış.
Can sıkan hiçbir olay yaşanmadı.
Sanırım ve “umarım” bunun nedeni, yeni valimizin hızla durumu kontrol altına almasıydı.
Umarım ve “dilerim” aynı çizgi kırılıp dökülmeden devam eder.
Ne var ki…
Kordon’daki çadır kentin devamına izin verilmeyeceği, Türkiye’nin diğer şehirlerinde yaşananlardan belli.
Öyleyse…
Taksim’de gerçekleşmesine fırsat tanınmayan uygulamayı, İzmir’de hayata geçirmektir çare:
Tek çadır.
Yine umarım ve “dilerim” bu önerime kulak verilmesi için, bu sabah itibariyle hâlâ zaman vardır!
Ve bir not:
Şu eli sopalı adamları unutmadık. Sabırla açıklama bekliyoruz.


Dünya direniş görsün…