Sus payı
Bir 09.09.09 günüydü.
“Ağrıyan başlarını, yanan göğüslerini dinlendirmek için yalnız altı saat süreleri vardı; gülmek ve konuşmak için değil! Kim bilir ertesi sabah bu hasta, yorgun gözler ne kadar güç açılır, her kemiği ayrı sızlayan bu zavallı vücutlar, fabrikanın düdüğüne ne zorlukla uyardı? ”
İşte o 09.09.09 günü bu satırları okuyanlar, memleketin bin bir halinden birine daha, yürekleri sızlayarak tanık oldular.
Fabrikalarda çalışan kadın işçilerin çilesi, hikâyenin kahramanı Fotika’nın şahsında anlatılıyordu.
“Ağrıyan başlarını, yanan göğüslerini dinlendirmek için yalnız altı saat süreleri vardı; gülmek ve konuşmak için değil! Kim bilir ertesi sabah bu hasta, yorgun gözler ne kadar güç açılır, her kemiği ayrı sızlayan bu zavallı vücutlar, fabrikanın düdüğüne ne zorlukla uyardı? ”
İşte o 09.09.09 günü bu satırları okuyanlar, memleketin bin bir halinden birine daha, yürekleri sızlayarak tanık oldular.
Fabrikalarda çalışan kadın işçilerin çilesi, hikâyenin kahramanı Fotika’nın şahsında anlatılıyordu.
* * *
Fotika’ya aşık ustabaşı Hasip Efendi, sevgilisi ölünce dikilmişti patronun karşısına.
Çalışma koşulları kötüydü, insanlar hasta oluyor ve ölüyordu.
Hepsini haykırarak anlattı birer birer.
Patronu “Kader” dedi.
“Olur böyle şeyler” dedi.
“Sen işine bak” dedi.
Ve Hasip Efendi’yi ücretine yüklü bir zam yaparak gönderdi.
Hasip Efendi susmuştu!
* * *
Refik Halit Karay’ın 9 Eylül 1909 tarihli İkdam
Gazetesi’nde yayınlanan bu öyküsü, “Hakk-ı Sükût” adını taşıyordu.
Yani:
Sus Payı...
Fabrikalarımızın çoğu, 100 yıl öncesi gibi değil elbet.
Yani:
Sus Payı...
Fabrikalarımızın çoğu, 100 yıl öncesi gibi değil elbet.
Artık çok modern.
İş güvenliğine önem
veriliyor.
Çalışma koşullarına
özen gösteriliyor.
Yine de kimi işyerlerinde, insan sağlığı ve hatta yaşamı hiçe sayılıyor hâlâ.
Maden ocakları...
Yine de kimi işyerlerinde, insan sağlığı ve hatta yaşamı hiçe sayılıyor hâlâ.
Maden ocakları...
Tersaneler...
“Merdiven altı” diye
tanımlanan kaçak iş yerleri.
Ne acı ki, oraları birer ölüm kapanı olmaya devam
ediyor.
* * *
Ama 100 yıldan beri hiç değişmeyen bir şey var:
Hakk-ı Sükût.
Yani:
Sus Payı...
Bazısı Hasip Efendi gibi, zaten gözden uzak köşelerde olup bitene gözlerini kapayıp, aldığı sus payı ile kıymetlenen vazifesini yapıyor!
Bazısı da, herkesin gözü önünde yaşanan bin bir kepazeliği utanç veren bir “suskunlukla” izliyor.
Kim bilir, aldığı hangi “pay” karşılığında!
(Bu yazıyı 9 Eylül 2009’da yazmışım bir yerlerde. Geçen
gün elime geçince gördüm ki, aradan 100+4 değil, 100+50 yıl da geçse, işin
özündeki kederli kader hiç değişmeyecek!)
O ilanın hikayesi
Bazı gazetelerde “tam sayfa” bir ilan yayınlandı.
Ve o ilanın hikayesini, yayınlanmadan önce “yine” Mehmet
Baransu Twitter’da yazdı:
“MGK'da imzası olan
Erdoğan, şimdi de talimatla (emir de diyebilirsiniz) pek çok STK, vakıf, cemaat
ve derneğe başka türlü imza dayatıyor.
İlk okuyuşta Yalçın
Akdoğan tarafından kaleme alındığı hemen anlaşılan bir metin hazırlanmış.
Erdoğan'ın has adamlarından Hasan Doğan, Mustafa Varank, bir sürü vakıf,
dernek, cemaatle temasa geçip, bu metnin altına amblemlerini konması için ikna
etmiş. Erdoğan'ın ismi ve gücü kullanılarak, kimine gönül koyarak, kimi
itilerek, kimi zorlanarak bu metnin altına amblemleri koydurulmuş.
Bu metin gazetelerde
tam sayfa ilan olarak yayımlanacak. Ve Turkuaz medyaya çalışan bir ajans
üzerinden de finansmanı sağlanacak.
Milli İrade
Platformu diye de bir de platform icat edilmiş bu iş için. Tamamen Erdoğan'ın
masasında pişirilen, zorlanan ve
Varank-Doğan ikilisi
üzerinden realize edilen bir metin. Böyle ilan komikliklerine, muhafazakar
kesimin üzerinde hükümet baskısı kurarak imzacı pozisyonuna düşürmeye hiç gerek
yok. İçten bir pişmanlık ve samimi bir özür yeterdi sevgili Hükümet.”
Tek karelik av ile avcı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder